Roy Andersson’un Yaşayanlar Üçlemesi: İkinci Kattan Şarkılar Filmi Üzerine

Roy Andersson’un Yaşayanlar Üçlemesi: İkinci Kattan Şarkılar Filmi Üzerine

Yaşayanlar Üçlemesi

Roy Andersson’un Yaşayanlar Üçlemesi, sırasıyla İkinci Kattan Şarkılar, Siz Yaşayanlar ve İnsanları Seyreden Güvercin’den oluşan, Andersson’un yönetmenliğini üstlendiği filmlerdir. Filmler, modern toplum insanına ve bireyselleşmenin getirdiği tüketim toplumuna yönelik bir eleştiri sunmaktadır. Andersson, Aydınlanma felsefesi ve Sanayi Devrimi‘yle değişmeye başlayan toplumun kapitalistleşme ve bireyselleşme yolculuğunu kamerasıyla derinlemesine bir şekilde analiz eder. Filmlerindeki hikâyeler gerçeklikle iç içe bir şekilde ilerlemektedir. Hikâyelerinin yoğun bir gerçekliğe dayanmasına rağmen anlatım dili şiirseldir. Gerçeklik, Andersson’da gerçeküstü bir anlatım tekniği ile karşımıza çıkar. Andersson, filmlerindeki bu yönüyle yaşamındaki çelişkileri de kamerasına yansıtır.

İşçi bir ailenin çocuğu olarak büyüyen Andersson, kapitalist bir toplum eleştirisini kendi motivasyonuyla birleştirir ve izleyiciye modern toplum eleştirisini gerçeküstü bir üslup kullanarak  anlatmayı tercih eder. Alexis Carrell’in ifade ettiği üzere: “Bireyin uyum kabiliyeti iki faktör sayesinde açığa çıkar. Bu faktörler iki sınıfa ayrılır: İç faktörler ve dış faktörler. Süjeye, başka fertler ve kendi sosyal çevresi tarafından öğretilen bütün refleksler ve bilinç hâlleri, birinci sınıfa dahildirler. Güven ya da güvensizlik, fakirlik ya da zenginlik, gayret, mücadele, avarelik, sorumluluk, fertlere hemen hemen özel denecek şekiller veren zihinsel şartlar yaratırlar. İkinci sınıftan olan faktörler ise dikkat, tefekkür, yapmak iradesi, yalnızlık gibi süjeye ait olan iç durumlardır (Carrel, 2005:20). Filmin isminin kaynak alındığı noktada, ikinci sınıf faktörlerine gönderme yapan Andersson’un Carrel’den etkilendiği düşünülmektedir.

İkinci Kattan Şarkılar

2000 yılında üçlemenin ilk filmi olan İkinci Kattan Şarkılar gösterime girmiştir. Andersson bu filmi sanat hayatına 25 yıl ara verdikten sonra çekmiştir. Çekimleri dört yılda tamamlanan film, Cannes Film Festivali’nde “Özel Jüri Ödülü” almıştır.

‘‘Kutlu olsun işinin başına olana”

Film, ünlü şair Cesar Vallejo’nunKutlu olsun işinin başında olan” sözü ile başlar. Filmin ilerleyen dakikalarında bu cümleyi birçok kez duyarız. Vallejo’nun yaşadığı dönem, izleyiciye bu noktada çok önemli bir ipucu vermektedir. 1900’lü yılların başında ölen şair; pozitivist anlayışın, sanayileşmenin ve bilimsel düşüncenin yükselişe geçtiği bir dönemde yaşamıştır.  İnsanın sosyolojik evriminde dinin iktidarı yerine bilimsel düşüncenin iktidarı geçmiştir. Vallejo’nun döneminde yoğun bir ilerleme kaydeden ‘‘insan”, bu ilerleme için çalışmak zorundadır ancak filmin de söylediği gibi bu ilerlemenin sonu kötü olacaktır. Filmde, klasik giriş, gelişme ve sonuç anlatımı tercih edilmez. Birbiriyle bağlantılı olmayan birçok sahne, filmin sonunda birbirine bağlanarak bitirilir. Film, bir solaryum odasında patron ve çalışanı arasındaki bir diyalog ile başlar:           

‘‘Her şeyin zamanı vardır.

Piramitlerin de zamanı vardı

Buharlı motorların da bir zamanı vardı

Bu yeni bir gün ve çağ, Pelle

Bunu fark etmek zorundasın”

Patron, bu sözleri çalışanı Pelle’e söylemekte ve bir çalışanlarını işten çıkarmaları gerektiğini belirtmektedir. İzleyici, patronun yüzünü göremez; yalnızca  solaryum cihazından uzanan ayaklar ve patronu onu görmediği hâlde mahcup duruşu vücuduna yansıyan Pelle izleyicinin karşısındadır.

Solaryum makinesinden yüzü bile görünmeyen patron gitmek istediğini söyler ve ekler:

‘‘Yani, sadece umutsuzluğun olduğu bir yerde kalmanın anlamı ne?”

BUNDAN SONRASI “SPOILER” İÇERMEKTEDİR.

Film Üzerine Notlar

Filmin açılış sahnesi, soğuk bir odada yüzleri bembeyaz insanlarla başlamıştır. Bu filmde herkes mutsuzdur ve yorulmuştur. Patronlar  da bu mutsuzluğun bir parçası olmaktan kendilerini kurtaramamışlardır. Kapitalizmin ve insanlığın krizi, sadece yoksulları değil artık herkesi etkilemektedir.

Filmin ikinci sahnesinde seyirci, işe gitmeye hazırlanan bir insanla karşılaşır. İşe giden insanın karısının izin günüdür ve eşi birlikte zaman geçirmek istemektedir. Ancak karakter, otuz sene boyunca tek bir gün bile işe gitmeyi aksatmadığını söyler ve filmin mottolarından birini  ekler: ‘‘Her şeyin bir zamanı vardır; işin bir zamanı, eğlencenin de bir zamanı vardır.’’ Daha sonra karakter, iş yerinde patronun ayaklarına sarılırken görülür; kovulmuş ve her şeyini kaybetmiştir. İş yerinden çıkmamak için savurduğu çığlıkları koridorda yankılanır. Onu işten çıkaran kişi ise Pelle’dir. Patronu dinlemiş ve çağa uyum sağlamış kapitalizmin ona biçtiği rolleri yerine getirmiştir. Pelle’nin yanında devamlı taşıdığı golf sopaları da zengin  kişilerin alışkanlığı olan golf sporu üzerinden bir  metafor olarak sunulur.

Filmin bir başka sahnesinde de izleyici karşısına mobilya dükkânı olan Kalle çıkar. Kalle, mobilya dükkânını sigortadan para alabilmek için yakmıştır. Bu sahnede Kalle, yüzü küllere bulanmış bir şekilde metroda görülür. Metrodaki insanların seslendirdiği arya ile bu sahne, filmin en etkileyici sahnelerinden birine dönüşür. Aryanın, modern hayatın işleyişini devam ettiren en önemli araçlardan biri olan metronun içerisinde başlaması oldukça manidardır. Arya, dükkânını yakmak zorunda kalan adamın ve metrodaki tüm insanların ortak bir acısının ağıtı gibidir. Metronun sonunda bir restorana giren karakter, “Nasılsın?” sorusuna “İnsan olmak kolay değil” diyerek cevap verir. İnsanlığın ağıtı yakılmıştır ve artık hayat, hiç kimse için kolay olmayacaktır.

Birbirinden bağımsız olarak ilerleyen sahnelerden birinde, Kalle’nin yaşantısının içinde diğer karakterlere nazaran daha fazla bulunulur. Kalle’nin bir oğlu akıl hastanesindedir. Onun deyimi ile oğlu fazla şiir yazdığı için hastanede bulunmaktadır. İzleyicinin, akıl hastanesinde karşılaştığı Tomas’ın, toplumun dışındaki varoluşuyla çağının çok ötesinde bir insan olduğu, ziyaretine gelen abisinin şu sözleri ile anlaşılabilir:

‘‘Her şeyin bir zamanı vardır
Senin de zamanın gelecek Tomas,
Gelecek biliyorum
Kimsenin şiir ile ilgilenmediği doğru değil
Sadece ilgilenmiyormuş gibigörünüyorlar
Şu an sadece öyle görünüyorlar.’’

“Gençliğimizin baharını kurban ettik.”

Abisi bir başka sahnede de kardeşini tanımlarken “Tomas taksi süremez. O çok yufka yüreklidir. Her şeye içerler.” der. Akıl hastanesindeki hastalardan birinden benzer cümleler duyulur: “İsa da nazikti, o yüzden çarmıha gerildi ama kafası işe çalışmıyor.” Tomas ile birlikte mitolojik bulgular artar. İkinci doğanın temsili olan modernite, akıl ve rekabet iç içe geçmiştir. Tomas tüm bunların dışındadır; toplum dışılık ve tüm o kapitalist modern değerlerin dışında bir varoluşu temsil eder. Benzer yoruma sahip bir diğer sahnede ise toplumun üst yapısını temsil eden bürokratlar, askerler ve din adamlarının bir araya gelişi ve küçük bir kız ile konuşmalarına şahit olunur. Küçük kızın çok fazla kitap okuduğundan bahsedilir ve bu yaşlı insanlar topluluğunun tecrübeye de vurgu yaptıkları görülür. Konuşmanın ardından ayin eşliğinde küçük kız öldürülür. O topluluktaki yaşlı bir adam, durumu daha sonrasında “Gençliğimizin baharını kurban ettikşeklinde değerlendirecektir. 

Film Değerlendirmesi

Hepimiz bu dünyanın kurbanlarıyız: Bu yeni çağın, bilim ve akıl çağının kurbanları. Bu toplum içinde küçük bir kıza da, yaşlı Tomas’a da yer yoktur. Bu sahneler, irrasyonalizmin ortadan kaldırılması ve yerine toplumsal olarak rasyonel düşüncenin geçmesini temsil etmektedir. Aklın ve paranın hükümdarlığında çocuklara ve delilere ihtiyaç yoktur. Onlar ya ayine kurban gitmeli ya da hastaneye kapatılmalıdır. Tüm bu yalnızlıklarla çevrili ve birbirini göremeyen yabancı insanlar arasında mutluluğu imgeleyen bir sahneyle karşılaşılır: Tomas’ın abisi ve eşi birlikte flüt çalmaktadırlar. Bireyselliğin yoğun bir şekilde yaşanmasının sonucu olarak  tüketim toplumunun yalnızlaştırdığı insan, sadece tek bir sahnede huzur içinde izleyiciye yansıtılmıştır: Bir çiftin aşkı ve birlikte çaldıkları bir flüt. Flütün birlikte çalınması, insanın sosyal bir varlık olduğunu ve postmodernist neoliberal çağda bile bireysel yıkıcılığın dışında kalarak sürdürülebilen aşkın güçlendirici gücünü temsil eder.

Küçük kızın ayinle öldürülmesi, aynı zamanda bilimsel ilerleyişin istenildiği gibi sonuç vermediğini göstermektedir. Düşünce ve tecrübenin birleşimiyle izleyiciye bilimsel bakış açısının temel taşları gösterilir.  Uhrevi iktidar yani kiliseye olan itaat, 16. YY’a doğru gücünü kaybetmiş; egemenlik, yerini dünyevi iktidara yani merkezi iktidarlara bırakmıştır. Feodal güçler yerine bireylerin varlığı ortaya çıkmıştır. Vatandaş statüsüne erişen insanlar, özgürlük ve eşitlik gibi değerleri benimsemiştir. Tüm bu gelişmelere bilimsel düşüncenin ilerleyişi de eşlik etmiştir. Rönesans düşüncesi ile birlikte, kilisenin skolastik düşüncesinin yerini insan aklı almıştır. Akıl, şu an yaşadığımız medeniyetin kurucusu olmuştur. Ancak tüm ilerleyişler, bizi bir nevi geriye götürmüş olamaz mı? Andersson, film boyunca aslında bu sorunun peşinden gitmektedir.  Bu noktada Horkheimer’ın “bireyciliğin sonucunda bireyin ölümü” söylemi açıklayıcı bir yerde durmaktadır. Horkheimer, aklın bu denli yüceltilmesinin, zaman içinde aklın kendisini de bir dogmaya dönüştürdüğünü ve yine akıl yoluyla doğa üzerinde kurulan egemenliğin insanın kendi üzerinde kurduğu egemenliği de beraberinde getirdiğini ileri sürer (Horkheimer, 2002:120). Evlere sinmiş yalnızlık, 8 saat boyunca süren trafik; mutsuz, soğuk sokaklar ve şiir yazdığı için delirdiği söylenen bir adam…

Tomas’ı ziyarete gelen abisi bir şiir okumaya başlar:

‘Kutlu olsun dikensiz kişiye
Şapkası olmayan kele
Gülleri olmayan hırsıza
Saat takan kişi tanrıyı gördü
Asla ölmeyecek onurlu kişi”

Bu şiirdeki saat takan kişinin tanrıyı görmesi ve filmde defalarca geçen “Her şeyin bir zamanı vardır.” mottosu, toplumun değerlerine yapılan sembolik bir atıf göstergesidir. 16. ve 17 yüzyıl felsefe spekülasyonunun karakteristik özelliği olan zamanın ve mekanın rasyonalizasyonu sürecinde, kehanetin yerini olasılıkların hesaplaması alır. Kapitalist bakış açısına göre kapitalist iş disiplinin sağlanabilmesi için bedenin, zaman ve mekânda sabitlenebilmesi, yani bireyin zamansal ve mekânsal olarak saptanabilmesi iş sürecinin düzenliliğinin elzem koşuluydu (Federici, 2011:206). 

Modern toplumun karakteristik özelliklerinden biri de saat gibi işleyen düzendir: Uhrevi iktidarın yıkımı ile birlikte Nietzche’nin dile getirdiği ‘‘Tanrı öldü” söylemi. Peki, bu yeni düzende yeni Tanrı kim olacaktı? Yeni tanrı, durmaksızın işleyecek saatler ve kapitalist yaşam biçimini alacaktı. Nietzche’nin ölen tanrısının yerine yeni bir tanrı geçmişti. Bu öyle bir tanrıydı ki ancak saat takan kişi bu Tanrı’yı görebiliyordu. Aydınlanma felsefesinin kurucularından olan Descartes ve çağdaşlarında, saatler ve otomatik aletler yoğun ilgi uyandırmış ve üretimin artan mekanikleşmesi ile ayrıca ilişkilendirilmiştir. ( Federici,2011:206)

İzleyici, filmin sonunda ise Kalle’i bireysel ve toplumsal vicdan ile karşı karşıya kalmış bir şekilde görür. Kalle’in, eski bir arkadaşına borcu vardır ve arkadaşının intiharının ardından borcu kapandığı için sevinen Kalle, borçlu olduğu kişiyi görmekte ve vicdan muhasebesine geçmektedir. Filmin sonunda, intihar eden kişi, ayine kurban giden küçük çocuk ve Auschwitz’de ölen bir yahudi canlanarak Kalle’nin ardında beklemektedirler. Film, bizi sorgulamalar ve film boyunca gördüğümüz yalnızlıkla baş başa bırakır.

Yazar: Sinem Çakal
Editör: Emine Türal

Kaynakça:

Görsel Kaynakça:

ETİKETLER: ,
YAZAR BİLGİSİ
Sinem Çakal
Hakikati bulmak için sanata sıkça başvurmaktadır.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.