Tarihimizle Yüzleşmek: Kulüp Dizisi ve 6-7 Eylül Olayları

Tarihimizle Yüzleşmek: Kulüp Dizisi ve 6-7 Eylül Olayları

“O zihniyet bugün olsa bütün Türkiye yıkılır, bir tane dükkân kalmaz çünkü gâvur isminden geçilmiyor.”
-Ara Güler

Kulüp dizisinin ilk sezonu, 2021 yılının Kasım ayında Netflix Orijinal İçeriği olarak 6 bölüm hâlinde yayınlanmıştır. İlk sezon yayınlandığı günden itibaren Türkiye’deki Yahudiler, gayrimüslimler ve onların yaşayış biçimleri, Selim Songür karakteri ve “Kulüp” isimli eğlence mekânı üzerinde çokça konuşulmaya başlanmıştır. Bu bağlamda yazıda 6-7 Eylül Olayları, Selim Songür karakteri ve dizinin geçtiğin dönemin atmosferi bizzat yaşayanlar tarafından aktarılmaya çalışılacaktır.

Kıyafetleri ve mekânlarıyla “dönem dizisi” özelliğini çok iyi yansıtan dizinin sanat ekibini başarısından dolayı ayrıca tebrik etmek gerekebilir.

Not: Yazının kalanı spoiler içermektedir.

Dizi 2. sezonunda, Inglourious Basterds (Soysuzlar Çetesi, 2009) filminde Christoph Waltz’ın muhteşem oyunculuğuyla herkesi huzursuz eden Hans Landa namıdiğer Yahudi Avcısı karakterine benzeyen, Kürşat (Ruhi Sarı) karakteriyle daha ilk bölümünden yeni sezonun hikâyesiyle ilgili ipucu vermeye başlamıştır. Kürşat, Matilda’nın babası Solomon’a bazı gayrimüslimlerin Varlık Vergisi’nin adil olmadığını düşündüklerini ve bu konu hakkındaki düşüncelerini sorar.

Dizinin ilerleyen bölümlerinde Kürşat’ı, Kulüp’ün sahibi Orhan’ın (Niko) geçmişini araştırırken görürüz. Orhan ve annesi Mevhibe’nin geçmişlerinde ismini değiştirdiklerini anlayan Kürşat, Çelebi’yi yanına çekmeye çalışır ve ona 1 yıllık maaşını çekle takdim eder. Çelebi ise Mathilda’yla ilgili gerçeği sonunda söyleyebilmiştir. Çelebi’nin tek amacı sevdiği kadın olan Mathilda’nın gözüne girmektir. Bu sebepten ötürü Kürşat’ın ihanet dolu planını çeki yırtarak reddeder. Ve dizi 3. bölümün sonunda, takvimler 6 Eylül 1955’i gösterirken Raşel’in Cadde-i Kebir’de yürüdüğü sırada bir camın kırılmasıyla final bölümüne geçerek bizlere 6-7 Eylül Olayları’nı anlatmaya başlar.

Son bölümde 6-7 Eylül Olayları bizlere çarpıcı bir gerçeklikle ve özellikle Türk yapımlarında görmediğimiz bir biçimde Raşel’in gözünden anlatılmaya başlanır. Raşel tüm bu olayların ortasına kalmıştır. Matilda ise kızını aramak için kendini Cadde-i Kebir’deki güruhun ortasına atar. Anne kızın karşılaştığı sahne izleyicinin yüreğine su serpmiştir. Bu sahnede çalan “Yo Era Ninya” isimli şarkı küçük bir yaşta zorla evlendirilen bir kızın hikâyesini anlatmaktadır. Dizi genelinde müzik seçimi oldukça başarılıdır. Karnı burnunda kızını bulan Matilda onu Kulüp’e götürür. Fakat kapıların güvenlik tarafından açılmaz ve kapıdaki kalabalıkla birlikte orada mahsur kalırlar. Matilda’nın dışarıda olduğunu öğrenen Çelebi, silahlı güvenlikle boğuşarak Kulüp’le birlikte Mathilda’nın da gönlünün kapılarını açmayı başarır. İzleyici ekran başında Çelebi’ye sempati duyarken; Mathilda Çelebi’ye sarılarak bu sempatiyi adeta ödüllendirmiştir. Kulüp’ün içine giren Raşel’in doğurduğu kişi aslında dizinin senaristlerinden Rana Denizer’in kendisidir.

Peki kulüp dizisindeki karakterler kimleri temsil etmektedir?

Dizideki Gerçek Kişiler

Bu konuyla ilgili birincil kaynak, Gazinocular Kralı olarak ünlenen Fahrettin Aslan’ın oğlu Sacit Aslan’dır. Sacit Aslan dizideki karakterleri bire bir tanıyan biri olarak dizi yayınlandıktan sonra çıktığı programlarda karakterlerin kimlerden esinlendiğini net bir şekilde açıklamıştır. Sacit Aslan’ın anlattıklarını özetlemek gerekirse:

  • Kulüp’un Maksim Gazinosu olmadığını; fakat Matilda ve Raşel’in bulunduğu yerin Maksim Gazinosu olduğunu,
  • Raşel (Aysel) ve Matilda’nın gerçekte yaşadığını ve bunlarla uzun yıllar boyunca çalıştığını,
  • Çok büyük merak konusu olan Selim Songür karakterinin ise Zeki Müren olmadığını; çünkü Zeki Müren’in tarihsel olarak dizinin geçtiği dönemde Maksim’de olmadığını, bu kişinin olsa olsa Erol Büyükburç olabileceğini,
  • Fıstık İsmet’i (Barış Arduç) bizzat tanıdığını fakat gerçek isminin Fındık İsmet olduğunu, fiziksel olarak “ufak tefek” biri olduğundan kendisine “Fındık” lakabının takıldığını söylemiştir.

Varlık Vergisi ve Aşkale Çalışma Kampı

Varlık Vergisi, Türkiye’de 11 Kasım 1942 tarih ve 4305 sayılı kanunla konulan olağanüstü servet vergisinin adıdır. Varlık Vergisi kanununun resmî gerekçesi, hükûmet tarafından “olağanüstü savaş koşullarının yarattığı yüksek kârlılığı vergilemek” olarak dile getirilmiş ve herhangi bir dinî veya etnik grup hedef alınmadığı söylenmiştir (Vikipedi, 2020). Oysa basına kapalı olarak yapılan CHP grup toplantısında Başbakan Şükrü Saracoğlu’nun vurguladığı gerekçeler farklıdır:

“Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz.” (Barutçu, 2000: 263)

“Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçınacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır.” (Akar, 2006)

Varlık Vergisi’ni ödeyemeyen ya da ödemeyen gayrimüslim vatandaşlar ise çeşitli işlerde çalıştırılmak üzere Erzurum’da bulunan Aşkale Çalışma Kampı’na götürülmüşlerdir. Bu çalışmalara 1.400’e yakın gayrimüslim vatandaş katılmış ve içlerinden 21 tanesi borçlu olarak vefat etmiştir.

Türk yazar ve gazeteci Ayhan Aktar bu çalışma kamplarıyla ilgili şunları söylemektedir:

“Ülkemizde II. Dünya Savaşı sırasında uygulanan Varlık Vergisi’nin çalışma kamplarını, Nazilerin Yahudileri, komünistleri, eşcinselleri, çingeneleri ve bazı savaş esirlerini imha etmek amacıyla kurulan “Toplama Kampları” ile bir tutmak yanlış olur. Aşkale, Erzurum veya Sivrihisar Kampları, kesinlikle Auschwitz veya Birkenau gibi birer ölüm fabrikası değildir. Varlık Vergisi mükellefi olan gayrimüslimler, Aşkale’de Trabzon- İran transit karayolundaki karları temizlemişler, Erzurum’da karayolunun kardan kapanmasını engellemişler veya şehrin sokaklarını süpürmüşlerdir. Sivrihisar’da ise yol inşaatında çalışarak taş kırmışlardır.” (Muhalif.com, 2022).

6-7 Eylül Olayları’nı anlatmadan önce dönemin atmosferinden bahsetmek gerekir:

Türk-Yunan İlişkileri (I. Ve II. Dünya Savaşı Arası Yılları)

Temelleri Mustafa Kemal Atatürk ve Venizelos tarafından atılan Türk-Yunan  dostluğu 1930’larda bir ittifaka dönüşmüştür. Bu dostane ilişki II. Dünya Savaşı’ndan sonra da devam etmekle beraber, dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Yunanistan Kralı Pavlos birbirlerinin ülkelerine birtakım ziyarette bulunmuşlardır. 1953’te ise Yugoslavya ile Balkan Paktı1 kurularak Trakya’daki Türklerle komşuluk ilişkileri güçlendirilmiştir. Bu gelişmeler İstanbul’da yaşayan gayrimüslim azınlık üzerinde olumlu bir etki yaratmıştır.

Dönemin iktidar partisi Demokrat Parti, Yunanistan ile ilişkilerin gelişmesine özen göstermiş, bu amaçla Heybeliada’da Ruhban Okulu açmış ve ülkeler arasında karşılıklı öğretmen ve öğrenci kabul edilmeye başlanmıştır. Hatta İstanbul’un Fethi’nin 500. Yılı kutlamaları pek çok kaynağa göre, Rum azınlığı üzmemek adına sade bir protokol ile gerçekleştirilmiştir. Pek çok basın organı bu duruma tepki göstermiş ve hükûmet ise “Yunanlı dostlarımızla kardeşçe ilişkilerimiz her geçen gün gelişiyor. Bu yakınlaşmayı sarsacak ve dostlarımızı rahatsız edecek bir yayından kaçınmak gerekir.” (Akın, 1999: 85) şeklinde açıklama yapmıştır.

Türk-Yunan İlişkileri (II.Dünya Savaşı Sonrası)

Demokrat Parti ve Rum azınlık arasındaki sıcak ilişki Yunanistan’ın II. Dünya Savaşı sonrası Kıbrıs’ı bir sorun olarak BM’ye taşıması ile yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştır. Bununla birlikte hükûmet, azınlıklara karşı göstermiş olduğu iyi niyet ve jestlerini sonlandırmıştır. Aynı paralellikle kamuoyunda “Kıbrıs üzerinden Rum azınlığa yönelik sadakatsizlikle başlayan suçlamalar, Patrik Athenagoras’in megali idea2 taraftarlığından, Kıbrıs’taki terörün İstanbul’daki Rumlar tarafından finanse edildiğine kadar” pek çok ağır itham yer almıştır (Gökçal, 2006: 25).

 Kıbrıs Meselesi

Yunanistan 1951 yılında, İngiltere’den Kıbrıs’ın geleceğine ada halkının karar vermesini talep etmiş, bununla ilgili BM’de birçok diplomatik girişimlerde bulunmuş ve özellikle 1954’ten itibaren bu konuyu uluslararası gündeme taşıyarak, adaya sahip olmanın yollarını aramıştır. Aynı yıllarda Türkiye bu konuya ilişkilerin bozulmaması adına ılımlı bir şekilde yaklaşmaya gayret etmiş, dönemin başbakanı Adnan Menderes “Yunan resmî makamlarının bu mesele dolayısıyla ortaya çıkan hadiselerden aramızdaki dostluğun haleldar olmaması için gayret sarf ettiklerini ve tedbirler aldıklarını belirten ifadelerini memnuniyetle kaydetmekteyiz. Bu mesele tamimiyle kapandığı için artık Müttefikimiz Yunanistan ile aramızdaki dostluğun hatta gölgelenmemesine dikkat ve itina göstermek zamanı gelmiş bulunuyoruz.” demiştir (Ayin Tarihi, 1954: 109-253).

Menderes’in konuşması kamuoyunda takdir görmüş ve CHP Genel Başkanı ve Ana Muhalefet Lideri İsmet İnönü de hükûmeti destekleyeceğini belirtmiştir.

29 Ağustos’ta, Londra Konferansı’nda Kıbrıs meselesi görüşülmüştür. Her iki tarafın da iddialarını dinleyen İngiltere, adaya kontrolü altında özerklik verilmesini teklif etmiş fakat bu öneri iki ülke tarafından reddedilmiştir. Adnan Menderes bu görüşmeler sırasında dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu moratoryum3 görüşünü desteklediği gerekçesiyle konferanstan kovmuştur. Akabinde İstanbul, İzmir ve Ankara’daki olaylar konferansın sonuç alınamadan dağılmasına sebep olmuştur.

Atatürk’ün Evine Atılan Bomba

5 Eylül 1955 gecesi Selanik’te, Atatürk’ün evinin bulunduğu bahçenin kenarında bir bomba patlamış ancak bombanın etkisi esas olarak Türkiye’de yaşanmıştır. 6-7 Eylül Olayları’nın baş göstermesine neden olacak bir kıvılcım olan bu olayın Türkiye’de duyulmasından sonra olaylar bir çığ gibi büyümüştür. Olayların büyümesinde, bomba olayını yaptığı ek baskı ile manşetten duyuran İstanbul Ekspres gazetesinin etkisi büyük olmuştur. İddialara göre İstanbul Ekspres’in sahibi Mithat Perin ve Yazı İşleri Müdürü Gökşin Sipahioğlu, Selanik’te bombanın patlayacağını önceden bildiklerinden kağıt stoğu bile yapmışlar, böylece günlük tirajı 30 bin civarında olan İstanbul Ekspres, 6 Eylül günü tam 300 bin adet basılmıştır (Gürcan, 2006: 69).

6-7 Eylül Olayları

İstanbul Ekspres gazetesi gibi 6-7 Eylül Olayları’nın başında bulunan “Kıbrıs Türktür Cemiyeti” de durumu önceden bilmektedir. Olaylar başlamadan günler önce Eskişehir ve Gebze başta olmak üzere her yerden insanlar getirtilmiş, yağmacıların ellerine aynı türde sopalar verilmiştir. Rumların adresleri önceden işaretlenmeye başlanmış ve her sokağın başında bu cemiyetten kişiler beklemeye başlamıştır. Olay  yerine 20 ila 30 kişi, aralarında “kışkırtıcılar, önderler ve tahripçiler” şeklinde sınıflandırılmış görevliler, gelerek işaret beklemeye başlamışlardır. Bu işaret ise İstanbul Ekspres’in yapacağı “Atamızın Evi Bomba ile Hasara uğradı” manşetli haberdir.

İstanbul’daki Olaylar

Gazeteden ve radyodan haberin duyulmasıyla birlikte bahsedilen grup Türk bayrakları, Atatürk ve Celal Bayar’ın fotoğraflarıyla o zamanki adı Cadde-i Kebir olan İstiklal Caddesi’ne gelmiştir. Kışkırtıcılar kahvehanelerde oturan erkekleri de dâhil etmek için kahvehanelere girmiş, “Siz ne biçim Türksünüz! Tüm halk ayaklandı siz daha hâlâ oturmuş burada kart oynuyorsunuz.” (Güven, 2005: 15) diyerek olayı toplumsallaştırmaya çalışmışlardır. Bir iddiada, grup liderlerinin elinde gayrimüslimlerin ev ve iş yerlerinin adresleri yazan listeler olduğu belirtilmiştir.

İlk tahribatlar sırasında bazı semt sakinleri, gayrimüslim komşularının yerlerini ihbar etmiş ve tahribatçıların işlerini kolaylaştırmıştır. Aynı şekilde gayrimüslimlerden bazıları da tabelalarını Müslüman komşularıyla değiştirerek komşusunun zarar görmesine sebep olmuştur. Müslüman halk, Türk bayrağı asarak ve ışıklarını yakarak mülklerini korumuş ancak içlerinden istisnai olarak zarar görenler de olmuştur. Yönlendirmenin olmadığı yerlerde ise Türkçe olmayan tabelalara yönelinmiştir. Bir doktorun muayenehanesini “doçent” kelimesini gayrimüslimlere ait zannederek tahrip etmişlerdir. Güvenlik güçlerinin pasifliği ise bu güruhu iyice alevlenmiştir.

Böylelikle gayrimüslimler çoğunluklu olmak üzere, her iki tarafta da çok büyük hasarlar meydana gelmiştir. İstanbul’daki büyük yağma 22.00 sularında askerlerin Beyoğlu’na girmesiyle yavaş yavaş kontrol altına alınmıştır. Gece 00.00’da ise sıkı yönetim ve sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir.

Olayların Ardından Hükûmetin Aldığı İlk Önlemler  

6 Eylül akşamı İstanbul’dan Ankara’ya doğru trenle yola çıkan Başbakan ve hükûmet üyelerinin birçoğu, yolda ayaklanmalar hakkında bilgilendirilmiştir. Heyet hemen “örfi idare”4 ilan ederek İstanbul’a geri dönmüştür. Olaylar birkaç gün daha sürmüş, Kadıköy, İskenderun, Alsancak’ta kiliseler ve sinagoglar yakılmaya çalışılmıştır.

İçişleri Bakanı Namık Gedik emniyetin başarısızlığı dolayısıyla görevinden istifa etmiştir. Bakan Fuad Köprülü vekaleten Savunma Bakanlığı görevini üstlenmiştir.

Anayasaya göre örfi idare durumunun mecliste onaylanması gerekmektedir. Bu yüzden meclis 12 Eylül 1955’te toplantıya çağrılmıştır. Başbakan Vekili Mehmet Fuad Köprülü, hükûmetin gösterilerden haberi olduğunu fakat zamanını bilmediklerini şöyle ifade etmiştir:

“Arkadaşlar polis güçlerinin saldırılardan daha önceden haberleri olmadığından bahsetti. Ben sadece şu kadarını söyleyebilirim: Hükümet önceden bilgilendirilmişti. Buna göre tedbirler de alınmıştı. Fakat, olayların hangi gün ve saatte çıkacağı bilinmiyordu. Tüm çabalara rağmen, baskın gibi gelişen olaylar engellene-medi. Hatırlarsanız, tarihte buna benzer çok olay olmuştur. En yakın örnek Pe-arl Harbour Amerikan Silahlı Kuvvetlerine yapılan baskındır.” (TBMM ZC, 1955).

Fuad Köprülü konuşmasını devam ettirerek bu eylemlerden sorumlu kişilerin Komünistler olduğunu dile getirmiştir:

“İzninizle şimdi saldırıların kendisi hakkında konuşacağım. Kıbrıs meselesi nedeniyle tahrik edilmiş olan gençler ve vatanseverler, olayların çıkışından sorumlu-dur. Özellikle gençlik, çok hırçın tepki vermiştir. Diğer taraftan basın provoke et-miştir. Selanik’te patlayan bombanın da haberi gelince, nihayet bir fırsat doğ-muştur. Komünistler hareketin arasına karışıp gençlerin vatansever gösterisini kullanarak, yıkıp yağmalamışlardır. Çünkü komünistler, ayaklanmaları önceden planlamış ve şimdi de komutayı ellerine almışlardır. Bu olaylar aylar öncesinden planlanmış olmasaydı, böylesi bir saldırı mümkün olmazdı. […] Saldırıların şekli ve hedefleri doğru incelenirse, burada söz konusu olanın yalnızca komünist bir komplo olduğu görülecektir.” (TBMM ZC, 1955).

Menderes olayın araştırılması için meclisten örfi idare izni istemiş, aylar geçmesine rağmen suçlular bulunamamış ve kamuoyu dahi bilgilendirilmemiştir. Bunun üzerine İsmet İnönü 6-7 Eylül Olayları’nı tekrar gündeme getirerek hükûmetin bu tavrını eleştirmiş ve önceden haberdar oldukları bir olayı neden engellemediklerini ısrarla sormuştur. Olayların başından sonuna kadar haberleri olduğunu fakat hükûmetin kontrolü kaybettiğinden dolayı olayların bu noktaya geldiğini iddia ederek Menderes’i istifaya davet etmiştir.

 

Menderes’in Konuşması

Muhalefet vekillerinin ısrarla “Başvekilden şüphe ediyoruz.” ifadeleri üzerine Adnan Menderes mecliste şu şekilde konuşmuştur:

“Huzurunuzda bütün vazifelerini yapmış bir insanın vicdan huzuru ile konuşmaktayım. Hiçbir şeyden korkum yoktur. Hususiyle İstanbul hadiseleri hakkında söyleyeceklerim, bu gün değil yarın katı konuşmalar sırası geldiği zaman dolayısıyla kimlerin manen bu islerden mesul olduğunu söylemek imkânını mutlaka bulacağım.” (TBMM ZC, 1955).

“Bütün unsur ve meseleleriyle 6-7 Eylül hadiseleri uzun bir hazırlık neticesidir, biz bunun bir tertip eseri olduğunu ifade suretiyle belirtmiş bulunuyoruz. Simdi deniyor ki: Ekipler ayrı ayrı saatte, İstanbul’un her tarafında görülüyor, aletleri var ellerinde, harekete geçiyorlar, polis emir almıştır, müdahale etmiyor, ordu emir almıştır, harekete geçmiyor, hatta o kadar ki, İzmir’de de ayni saatte başlamıştır. ( ) Hadise ile irtibat ve alakamızı milyonda bir ihtimalle de olsa tespit etmeye imkan bulurlarsa her türlü cezayı kendimize tertibe kendimiz razıyız. Yalandır arkadaşlar. Yalandır, yalandır, yalan söylüyorlar”(TBMM ZC, 1955).

Görüşmeler neticesinde Hükûmet’in talep ettiği, “6-7 Eylül Olayları’ndan mağdur olanlara 60 milyon liralık yardım” 6684 sayılı kanunla kabul edildi (Demir, 2007: 52). Olayın üzerinden bir yıl geçmesine rağmen failler hakkında bir açıklama yapılmamış ve tutuklananlar hakkında açılan davalar beraatla sonuçlanmıştır.

24 Ocak 1957’de İstanbul 1. Ceza Mahkemesi, Savcı’nın beraat isteğine: “Ne Polis incelemelerinden ne Örfi idare Mahkemesi ve sivil mahkemedeki yargılamalardan ne de sanıkların birbirleriyle tutarlı ifadelerinden, mahkemenin adil bir takdire dayanarak mahkumiyet kararını gerekçelendirebileceği deliller ortaya çıkmamıştır. Sanıklar suç isleme kastıyla hareket etmemişlerdir. Bu nedenle hakimler oybirliğiyle, sanıklar hakkında açılan tüm davalardan beraat etmelerine karar vermişlerdir.” yanıtını vermiştir (Güven, 2009: 91-92).

Böylece Adnan Menderes, olayın faillerini ortaya koyamadığı gibi olayı, Kıbrıs meselesinin ülkemizde yarattığı kışkırtmalara karşı “millî hassasiyet ile meydana gelen bir galeyan” olarak tarif etmiştir.

Yassıada’da 6-7 Eylül Olayları

27 Mayıs İhtilali sonrasında Adnan Menderes ve Demokrat Parti hakkında birçok iddia ortaya atılmıştır. Bu iddialardan birisi ve en çarpıcı olanı Fuad Köprülü’nün 6-7 Eylül Olayları hakkında söyledikleridir: “Hadiseler Fatin Rüştü Zorlu’nun ilhamı ile Menderes ve Gedik tarafından tertiplenmiştir. Ata’mn Selanik’teki evini Menderes bombalatmıştır. Meselenin tahkik edilmesini, mesullerini bir an evvel meydana çıkartılmasını istedikçe Menderes’in isi kapatmaya çalıştığını gördüm.” (Yeni Sabah, 1960).

Fuad Köprülü’nün bu açıklamaları uluslararası bir krize dönüşmüştür. Yunan Hükûmeti Menderes’in yargılanmasını talep etmiştir. Bunun üzerine Yassıada Yüksek Soruşturma Kurulu 6-7 Eylül Olayları’yla ilgili bir tahkikat başlatmıştır. Yargılamalar:

  • Atatürk’ün evine bomba atılması
  • İzmir’deki hadiseler
  • İstanbul’da yaşanan facia şeklinde üç başlıkta devam etmiştir. Savcılık tüm suçlamaları Adnan Menderes ve Fatin Zorlu üzerinde toplamıştır.

Yassıada 6-7 Eylül Olayları Davası, 19 Ekim 1960 Çarşamba günü başlamıştır. Yüksek Soruşturma Kurulu’nun hazırladığı kararnamenin içeriği özetle aşağıdaki gibidir:

  • Olaylarda etkisi olduğu iddia edilen Kıbrıs Türktür Cemiyeti’ni himaye etmek,
  • 24 Ağustos 1955’te verdiği beyanatla halkı olaylara teşvik etmek,
  • R. Zorlu’nun Londra’dan gönderdiği telgraf sonrasında olayları tertip etmek,
  • Köprülü’nün 5 Haziran 1960 tarihli Yeni Sabah gazetesindeki açıklamaları,
  • DP teşkilatının olayların arkasındaki gerçek sorumlusu olduğu iddialarıyla suçlanmıştır.

Adnan Menderes bu olayların kendisiyle alakası olmadığını belirtmiştir. Mahkeme süresince polis, bürokrat, asker, siyasiler ve siviller olmak üzere 98 şahidin ifadesine başvurulmuştur.

3 Aralık’ta gerçekleşen 15. oturumda Başsavcı, mahkemeye mütalaasını sunarak okumaya başlamıştır: Başsavcı, 28 Ağustos’ta Kıbrıs’ta Türklere bir katliam yapılacağı haberi üzerine Başbakan Menderes’in 24 Ağustos’ta “tahrik edici, sert ve ağır beyanat” vererek kamuoyunun heyecanı bilerek artırdığını, Londra Konferansı’ndan zaferle dönmek için Zorlu, Demokrat Parti teşkilatının sokaklara indirilerek Kıbrıs meselesinin çözülmesini istediğini söylemiştir. Bu senaryoyu uygulamak için Başbakan Menderes’in Selanik’te bomba patlattırarak bu olayın haberini radyo ve DP’li Perin’e ait gazete üzerinden bildirip halkı provoke ettiğini bildirmiştir. Mütalaada Bayar ve Menderes’in Haydarpaşa Tren İstasyonu’na Taksim üzerinden giderek Taksim’de olayların başlangıcını kontrol ettikleri ve Menderes’in Gar’da Zorlu ile yaptığı telefonla görüşmesinde de olayların planlandığı gibi başlatılmasında anlaştıkları ifade edilmiştir (Demir, 2020: 1608-1609).

Sonuç olarak Yassıada 6-7 Eylül Olayları Davası 20 oturum sürmüş, 5 Ocak 1961 tarihinde karara bağlanmıştır. Dosya Anayasayı İhlal Davası’yla birleştirilmiştir. Mahkeme Menderes’in tavır ve yaklaşımlarından, suçluluk psikolojisi içerisinde hareket ettiğine kanaat getirmiştir. Böylece Adnan Menderes ve Fatin Zorlu 6 yıl ceza almışlardır.

Sonuç

6-7 Eylül Olayları Türk siyasi tarihinin en esrarengiz ve tartışmalı olaylarından birisi olarak tarihte yerini almıştır. Türk basınına göre 11, Yunan kaynaklarına göre ise 15 kişi hayatını kaybetmiştir. Resmî rakamlara göre 30 kişi, gayrıesmî rakamlara göre ise 300 kişi yaralanmıştır.

4.214 ev, 1.004 iş yeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi mekânların bulunduğu toplamda 5.317 mekân saldırıya uğramıştır (Radikal, 2005).

Adnan Menderes Yassıada 6-7 Eylül Olayları Davası’nda her ne kadar 6 yıl hapis cezası alsa da Dava, diğer davalarla birleşince idam kararına giden olaylar zincirinde bir basamak olmuştur.

6-7 Eylül Olayları’nın Hasar Endeksi

Maddi hasarın, o günün değerine göre 150 milyon – 1 milyar Türk lirası olduğu tahmin edilmektedir (Çetinoğlu, 2014). Demokrat Parti Hükûmeti, zarara uğrayıp zararlarını tescil ettirenlere toplam 60 milyon Türk lirası civarında tazminat ödemiştir (Radikal, 2005).

Olayların ardından İstanbul’da yaşayan binlerce Rum vatandaş göç etmiştir. Azalan nüfusla Rumların ekonomideki etkisi azalmış ve Türklerin sermayeye etkisi hızlıca artmıştır. İstanbul’da yaşayan Rum vatandaşı sayısı 2.500’lere kadar düşmüştür. Ülkedeki toplumsal etnik çeşitliliği nitelemek için kullanılan “mozaik” benzetmesine atıfta bulunan Namık Gedik 6-7 Olayları için “mozaik çatladı” açıklamasını yapmıştır.

Yazar Değerlendirmesi

Rumların göç etmesiyle İstiklal Caddesi, günümüzde Afganların, Suriyelilerin ve Arapların kültürel istilasına uğramıştır. İstiklal Caddesi’nde Türk vatandaşın yanı sıra Araplar ve Arap tabelalarının sıkça yer aldığı görülür. Dolayısıyla mozaiğin çatlamadığı, yok olduğu söylenebilir.

Kulüp dizisine dönecek olursak dizi 6-7 Eylül Olayları gibi üzerinde türlü spekülasyonlar olan bir olayı, gerçekçi bir şekilde yansıttığı için ve buna cesaret ettiği için izleyicilerinin takdirini kazanmıştır. Kulüp gibi nice yapımlar görmek dileğiyle.

Dipnotlar:

  • [1] Balkan Paktı (resmi adı: Dostluk ve İşbirliği Antlaşması) 28 Şubat 1953’te, Yunanistan, Türkiye ve Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti arasında imzalanan antlaşma.
  • [2]Türkçe: Büyük Fikir),[1] Yunan İhtilali’nin (1821-1829) bitmesinden sonrasının ilerleyen yıllarında ortaya atılan, hala Osmanlı hakimiyetinde bulunan ve Yunan nüfusunun fazla olduğu bölgeleri de içeren, geleneksel olarak antik dönemlerden beri Yunanlarla ilgili olan yerleri bir Yunan Devleti hakimiyetine geçirerek Bizans İmparatorluğu’nu diriltme hedefini ifade eden irredentist bir görüştür.
  • [3] Moratoryum, borçlanıcının, ödeme gücünü kaybetmesi nedeniyle borçlarının tümünü veya bir kısmını ödeyemeyeceğini ilân etmesidir.
  • [4] Sıkıyönetim

Yazar: Alpagut Aykut Tüzemen
Editör: Emine Türal

 Kaynakça

  • Akar, R. (2006). Aşkale Yolcuları Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları. İstanbul: Mephisto.
  • Akın, F. (1999). Türkiye’de Azınlık Politikaları (6/7 Eylül 1955 Olayları). İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Atatürk ilkeleri ve İnkılap Tarihi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi. İstanbul.
  • Aktar, A. (2010). Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları. İstanbul: İletişim.
  • Aşkale Çalışma Kampı. (2016). Vikipedi: Özgür Ansiklopedi. Erişim adresi: https://tr.wikipedia.org/wiki/A%C5%9Fkale_%C3%87al%C4%B1%C5%9Fma_Kamp%C4%B1. Erişim Tarihi: 24.01.2022.
  • Başbakanlık Basın Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü (1954, Aralık). Ayın Tarihi Mecmuası 253. İstanbul.
  • Benlisoy, F. (2000, Eylül). 6/7 Eylül Öncesinde Basında Rumlar. Toplumsal Tarih Dergisi, Sayı: XIV. İstanbul.
  • Barutçu, Faik A. (1977). Siyasi Anılar 1939-1954. İstanbul: Milliyet
  • Çetinoğlu, S. (2014, 8 Temmuz). Sermayenin Türkleştirilmesi. İstanbul.
  • Demir, Ş. (2020). Yassıada Mahkemelerinde Adnan Menderes (6/7 Eylül Davası). İstanbul.
  • Gökçal, O. (2006). 6/7 Eylül Olayları ve Türk Basını. Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü. İzmir.
  • Güven, D. (2009). 6-7 Eylül 1955 Olayları. İstanbul: İletişim.
  • Güven, D. (2005). 6-7 Eylül Olayları (1). Erişim Adresi: https://web.archive.org/web/20160306103629/http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=163380. Erişim Tarihi: 24.01.2022.
  • Halk TV (2021, 13 Kasım). Sacit Aslan, ‘Kulüp’ dizisindeki karakterlerin gerçek hayattaki karşılıklarını Halk TV’de anlattı [Video]. Erişim adresi: https://www.youtube.com/watch?v=dkJRy73wePU.
  • Örnek, N. (2018, 6 Eylül.). 6-7 Eylül olaylarında havada asılı kalan o piyano… Erişim Adresi: http://nilayornek.com/6-7-eylul-olaylarinda-havada-asili-kalan-o-piyano/. Erişim Tarihi: 24.01.2022.
  • TBMM. (1955, 9 Aralık). TBMM ZC, Devre 10, İçtima 1, 7-8.
  • www.muhalif.com.tr. (2022, 6 Ocak). Aşkale Kampı, Varlık Vergisi Döneminin Çalışma Kampı. Erişim Adresi: https://www.muhalif.com.tr/haber/askale-kampi-varlik-vergisi-doneminin-calisma-kampi-36507. Erişim Tarihi: 24.01.2022.
  • Varlık Vergisi (Türkiye). (2020). Vikipedi: Özgür Ansiklopedi. Erişim adresi: https://tr.wikipedia.org/wiki/Varl%C4%B1k_Vergisi_(T%C3%BCrkiye). Erişim Tarihi: 24.01.2022.
  • Yeni Sabah. (1960, 5 Haziran). Fuat Köprülü, 6-7 eylül olaylarını açıkladı. İstanbul.

Görsel Kaynakça

YAZAR BİLGİSİ
Alpagut Aykut Tüzemen
Alpagut Aykut Tüzemen, 1992 yılında dünyaya gelmiştir. Freelancer olarak 2D, 3D animation, motion design, character design alanlarında bir çok proje yürütmüş olan Aykut, bu alanlarda çalışmalarını sürdürmektedir. MozartCultures'ta genel yayın yönetmenliği başta olmak üzere birçok departmanda görev almaktadır.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.