Türkiye’de Kadın Hareketi: Dünden Bugüne Kadının Hak Mücadelesi

Türkiye’de Kadın Hareketi: Dünden Bugüne Kadının Hak Mücadelesi

Türkiye’de kadınlar Osmanlı Dönemi sonlarında başlayan ve cumhuriyetin ilanı ve sonrasında da devam eden cinsiyet eşitliği adına verdikleri hak mücadelelerini günümüzde hâlâ sürdürmektedirler. Bunlar doğrultusunda Türkiye’de kadın hareketini 1980 öncesi ve 1980 sonrası olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. 1980 öncesi yani Birinci Dalga dediğimiz kadın hareketi; 19. yüzyıl ortalarından 20. yüzyılın ilk yarısına kadar olan dönemi kapsar ve bu dönem, kadınların hak mücadelesinin başlangıcı olarak büyük önem taşımaktadır. Cumhuriyet Dönemi’nin ilk yıllarında elde ettiği birçok hakla kadınlar, erkeklerle sosyal ve siyasal alanda eşit seviyeye gelme yolunda ilk somut adımlarını atmıştır. İlerleyen yıllarda baskıcı hükümetin sınırlamalarıyla mücadelesi bastırılmaya çalışılsa da Türk kadını 1980 sonrasında dünyada artışa geçmiş olan kadın hareketinden de etkilenerek artık feminizm adını almış olan İkinci Dalga kadın hareketini başlatma yoluna gider.

turkiyede-kadin-hareketi-dunden-bugune-kadinin-hak-mucadelesi

Dünyada Kadın Hareketi: Tarihi Arka Plan

Kadın hareketi, cinsiyet eşitsizliğinden doğan erkek egemen toplum düzeninde kadınların kendi haklarını savunmaları için başlattıkları bir mücadeledir ve özünde her alanda eşitlik ve özgürlüğe dayalı, her türlü sosyal hareketi kapsar. Dünya genelinde ilk tohumlarının Fransız İhtilali ile birlikte atıldığı bilinen kadın hakları hareketlerinin, aslında 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gerçek anlamda baş göstermeye başladığı söylenebilir. Fransız İhtilali her ne kadar tüm insan haklarını savunan eşitlikçi ve özgürlükçü bir ilke benimsemiş olsa da cinsiyet ayrımcılığına karşı duran bir devrim niteliğine sahip değildir. Bunu takiben, 1791 yılında yayımladığı Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ile Olympe de Gouges, erkeklere verilen bütün hakların kadınlar için de geçerli olmasını talep etmiş ancak fikirleri ve ideolojisi nedeniyle 1793 yılında idam edilmiştir. Daha sonraki yıllarda da kadın erkek eşitsizliği devam etmiş, Sanayi Devrimi ve kapitalizm ile değişen dünyada bu sorun başka bir boyut kazanmaya başlamıştır. Ancak kadınlar haklarını aramak ve korumaktan vazgeçmemişler ve artık bir başkaldırı boyutunda seslerini çıkarmaktan çekinmemişlerdir. “Şüphesiz, bu başkaldırı her ülkede kendi koşullarına ve kadınların konumlarına göre şekillenmiştir.” (Gökçimen, 2008, p. 3). Bunların bir sonucu olarak da kadınlar her alanda değişen ve gelişen dünyada sosyal hayattaki konumlarının sadece ev içi alanlardan ibaret olmasına karşı çıkmış, kadının konumunu tartışmaya açmış ve bunu bir kadın hareketine dönüştürmüştür.

Türkiye’de Kadın Hareketi Başlangıcı

Kadın hareketi temellerini Batı’da atmış ve orada başlamış olsa da evrensel bir harekettir ve bütün kadınların yaşadığı eşitsizliklere karşı çıkar. Bu nedenledir k Osmanlı’da da kadın hareketi 19. yüzyılın ortalarından itibaren baş göstermeye başlamıştır. Tanzimat Fermanı ile Batılılaşma ve modernleşme yolunda atılan adımlar devam ederken kadının toplumdaki yerini iyileştirmeye yönelik hareketler de başlamıştır. “Tanzimat Dönemi ile birlikte Batılı toplumlardaki kadınlar gibi Osmanlı kadınları da toplum içerisinde yer almaya başlamış, eğitim hakkı tanınmış, sosyal faaliyetlere katılmaya başlamış ve çalışma hayatında yer almanın önü açılmıştır.” (Toprakcı Alp, 2019, p. 95). Ardından İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla bu kadın hareketi yeni bir boyut kazanmış ve bu dönemde birçok kadın derneği kurulmuştur. Yazdığı romanlarıyla ve ilk Türk kadın romancı sıfatıyla edebiyatımızda da önemli bir yer edinmiş olan Fatma Aliye de bu dönemdeki kadın hareketinin önde gelen isimlerinden olmuştur. “Çıkarılan kadın dergileri ve kurulan kadın dernekleriyle kadınların topyekûn bir hareketi başlattıkları II. Meşrutiyet dönemi, feminizmin doruk noktasına ulaştığı bir dönemdir.” (Toprakcı Alp, 2019, p. 95).

Cumhuriyet Dönemi Kadın Hareketi

1923’te cumhuriyetin ilanını takiben yapılan inkılaplar doğrultusunda Osmanlı politikalarından uzaklaşan, yeni bir Türkiye kurulurken kadın hareketini hızlandıran birçok reform da yapılmıştır. Eğitim, siyaset, çalışma ve sosyal alanlarda kadınlar hayata kazandırılmaya başlamıştır. “Bu dönemde yeni Türkiye’nin ilk siyasi partisi, Kadınlar Halk Fırkasını kurma girişimi, Nezihe Muhiddin ve arkadaşlarından gelir. Talep, kadınların yurttaşlık hakkı tanınmış olmadığı için kabul edilmez.” (Tekeli, n.d.). Parti kurma talepleri kabul edilmeyen kadınlar bunun üzerine 7 Şubat 1924’te Türk Kadınlar Birliği adında bir dernek kurarlar. Derneğin kurucularından olan Nezihe Muhiddin partinin ilk genel başkanlığını da üstlenmiştir. Kuruluş amacı kadının siyasal haklarını elde etmesi ve sosyal yaşama eşit olarak katılmasının sağlanması olan derneğin mücadelesini Nezihe Muhiddin’ in sözleri en iyi şekilde özetlemektedir: “Biz Türk Kadınları toplumsal ve siyasal yaşamda hak ettiğimiz yeri almalıyız. Önce Türk Kadınlarını bilinçlendirmeli ve eğitmeliyiz. Onlara daha fazla şey istemelerini ve bunlara nasıl ulaşacaklarını anlatmalıyız. Amacımız Türkiye’de kadın ve erkeğin toplumsal, ekonomik ve siyasal eşitliğidir.” (Uğurman, 2019). Derneğin gayretli çalışmalarının devamı sonucunda ve 1926’da Medeni Kanun’un kabul edilmesiyle Türk kadınının toplumdaki kimliği inşa edilmeye başlanmıştır.

turkiyede-kadin-hareketi-kadinin-hak-mucadelesi

Şüphesiz ki Cumhuriyet Dönemi’nde kadın hareketlerine dair en önemli siyasal gelişmelerden biri de 1930 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmasıdır. Bu yasa ile Belediye seçimlerine katılma hakkına sahip olan kadınlara bunun devamı olarak 1933’te köy muhtar ve heyetlerine seçilme hakkı ve 1934’te milletvekili seçme ve seçilme hakkı verilmiştir. “Türk kadınlarının, çoğu Avrupa ülkesinden önce bu haklara sahip olması, neredeyse tüm dünyanın dikkatini çekmiştir. Bu bağlamda, 12. Uluslararası Kadınlar Birliği Kongresi 1935 yılında Türkiye’de gerçekleşmiştir. Bu kongrenin Türkiye’de yapılması feminist hareketler için de yepyeni bir ufuk ve açılım olmuştur.” (Metintaş, 2018, p. 6). 1935’te yapılan 5. dönem milletvekili seçimlerine meclise 18 kadın milletvekili seçilmiştir. Bunun üzerine derneğin amaçlarına ulaştığına ikna olan kadınlar aynı sene gerçekleştirilen Türk Kadın Birliği’nin son kongresinde derneği kapatma kararı almışlardır.

Şunu söyleyebiliriz ki cumhuriyetin ilk yıllarında Türk kadınının toplumdaki yerini yaratmasında kendi özverisi ve çalışmalarına ek en büyük etkenlerden biri de Atatürk’ün görüşleri, girişimleri ve destekleridir. Onun bu desteği sayesinde kadınlar birçok hak elde etmiş ve çalışmalarını somut karşılıklarını alabilmişlerdir. Ancak Atatürk sonrası dönemde kadın hakları hareketlerine dair gelişmelerin yavaşladığı hatta gelinen noktadan geriye gidildiği görülmektedir. Dünya genelinde de durum pek farklı değildir. Atatürk’ün gördüğü “çağdaş hukuk devleti anlayışının temel koşulunun kadına toplumsal, siyasal, kültürel haklarını tanımak olduğu; bunun aynı zamanda insan haklarının da vazgeçilmez bir gereği olduğu gerçeğinin” (Kaymaz, 2010; p. 18) dünya çapında kabul edilmesi ve uluslararası belgelerde yerini alması İkinci Dünya Savaşı sonrasında olmuştur. Bireylerin hak ve özgürlüklerini güvence altına almak üzere imzalanan bu bildirge her ne kadar teoride bunu amaçlasa da kadınların bu haklardan ne kadar faydalanabildiği tartışma konusudur. Türkiye’de özellikle çok partili hayata geçişten sonra kadın hakları konusunda Atatürk ilkelerinden sapma bariz şekilde görülmektedir. “Toplumun çağdaşlıktan ve laiklikten uzaklaştırılarak dinselleşmesini sağlama yolunda adımlar atılırken, TBMM’ye, kadının örtünmesini zorunlu kılacak, onun devrimlerle elde ettiği kazanımları ortadan kaldıracak yasa önerileri verilmiştir.” (Kaymaz, 2010; p. 18). Çeşitli gerekçelerle siyasi ve çalışma hayatından uzaklaştırılan kadın bu yıllardaki baskıcı dönemin etkisini fazlasıyla hissetmiştir.

1975 Sonrası Türkiye’de Kadın Hareketi ve İlerici Kadınlar Derneği

turkiyede-kadin-hareketi

1960’tan itibaren dünyada ve Türkiye’de kadın hareketlerinde bir artış görülmektedir. 1970’li yıllarda kadın hareketini canlandırmak için uluslararası bir iş yapmak isteyen Birleşmiş Milletler Dünya Kadın Konferanslarını düzenlemeye başlamıştır. İlk konferans 1975 yılında Mexico City’de düzenlenmiştir. Aynı yılın haziran ayında Türkiye’de İlerici Kadınlar Derneği kurulmuş ve faaliyet göstermeye başlamıştır. Kadınların evde durmaları gerektiği, ev işlerinden ve ev halkından sorumlu olmaları gerektiği düşüncelerinin; kadınların siyasal alanda erkeklerle eşit olmaması ve çalışma hayatında hem çalışma koşulları hem de maaş konularında erkeklerle aynı şartlara sahip olmamaları gibi birçok sorunun hâlâ devam etmesi yüzünden bu dernek “kadınlara tanınmış sosyal ve ekonomik hak ve özgürlüklerin kağıt üzerinde kalmaması, günlük yaşamda somut olarak uygulanması ve geliştirilmesi” (İlerici Kadınlar Derneği, 2012) amacıyla kurulmuştur. Dernek Kadınların Sesi adında bir dergi de çıkarmıştır. 1979’da faaliyetleri durdurulmuş olan İlerici Kadınlar Derneği o zamana kadar ülke çapında 33 şube ve 35 temsilcilik aracılığıyla 15 bine yakın üyeye ulaşmıştı.

1980 Sonrası Türkiye’de Kadın Hareketi

Kadınların yıllarca süren mücadeleleri sonucu elde ettikleri hakları yasalarla da somutlaştırılmış olsa da uygulama kısmında hâlâ sorunlar ve eksiklikler yaşanmaktaydı. Dünya çapında buna karşı gelen kadınlar 1970’lerden itibaren hareketlenmeye başladıysa da Türkiye’de bu süreç 1980 sonrasına sarkmıştır. 12 Eylül 1980 Harekâtı sonrası Türkiye’de kadınlar İkinci Dalga feminist hareketi başlatmış ve artık cinsel taciz ve aile içi şiddet gibi konuşulmayan birçok şeyin de gizli kalmaması aksine gündem olup bu konularda farkındalık yaratılmasını hedeflemişlerdir. “‘Özel olan politiktir.’ sloganı 80’li yıllardaki kadın hareketinin sahip olduğu farklı bilinci ve devinimi en iyi şekilde ifade etmektedir.” (Moralıoğlu, 2012, p. 292). Toplum tarafından belirlenmiş cinsiyet kalıplarına sığdırılmaya çalışılan ve bunların gerektirdiği gibi yaşamaları beklenen kadınlar buna karşı hak mücadelelerini bir kez daha ve bu sefer diğerlerinden farklı şekilde başlatmışlardır.

1980 sonrası kadın hareketinin temelini Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi (CEDAW) oluşturmaktadır. “Birleşmiş Milletler (BM) düzeyindeki 9 temel insan hakları sözleşmesinden biri olan CEDAW, bu sözleşmeler arasında özellikle kadınların insan haklarını ve toplumsal cinsiyet eşitliğini odağına alan tek sözleşmedir.” (CEDAW, 2018). Bu yönden kadınların hak mücadelesinde büyük bir önem taşımaktadır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 1979 yılında imzalanan ve 1981’de yürürlüğe giren bu uluslararası antlaşma 1985 yılında Türkiye’de onaylanmış ve 1986’da yürürlüğe girmiştir.

1980 sonrası feminist hareketin darbe sonrasında başlaması dönemin politik zemininden de kaynaklı olarak farklı feminizm türlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. 1985’ten sonra feministler eşitlikçi, radikal ve sosyalist olmak üzere üçe ayrılmışladır. Eşitlikçi feministler, aile kavramını destekler ve erkekle toplumsal her alanda eşit olmayı savunmaktadırlar. Bu yüzden “özellikle radikal feministler ve sosyalist feministlerin, eşitlikçi feministlere karşı yönelttikleri eleştiri de eşitlikçi feministlerin, erkeği bir model olarak alması olmuştur.” (Çaha, 2010). Öte yandan radikal ve sosyalist feministler aile kavramının ortadan kaldırılması gerektiğini savunurlar. Radikal feministler kadının erkek tarafından ezilme sebebinin patriarkal kültür olduğunu düşünürken sosyalist feministler kapitalist düzenin kadının ezilmesindeki asıl sebep olduğunu savunmaktadır. 1980’li yıllar Türkiye tarihinde feminizmin yükselişe geçtiği yıllar olmuştur. Bu dönemde yine birçok dernek kurulmuş ve eylemler yapılmıştır. Siyasal, sosyal ve ekonomik alandaki bu gelişmelerin etkileri sinema ve edebiyatta da etkisini büyük ölçüde göstermiştir.

 

Günümüz Türkiye’sinde Kadın Hareketi ve Sonuç

Osmanlı Dönemi’nde başlayan kadının hak mücadelesi günümüzde hâlâ sürmektedir. Özünde evrensel bir hareket olan kadın hareketi erkek egemen olarak kurulmuş bu toplum düzeninde kadınların özgürlükleri için verdikleri bir savaştır. Kadınlar bu süreçte eylemler yapmış, organizasyonlar ve dernekler kurmuş; birçok dergi ve gazete çıkartmışlardır. Kadınlar toplumdaki statülerini, sosyo-ekonomik özgürlüklerini ve bu süreçte kazandıkları her hakkı kendi emekleri sonucu elde etmişlerdir. Kadın cinayetlerinin, tecavüz ve tacizlerin, kadına şiddetin günümüz şartlarında gereken cezayı alması için hâlâ fazlasıyla emek harcanması umutsuz bir görünüm verse de kadının mücadelesi engellenemeyecektir.

Yazar: Betül Açı

Kaynakça

YAZAR BİLGİSİ
Betül Açı
Betül Açı, Bursa’da doğup büyüdü. Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde lisans eğitimini tamamladı. Edebiyat, sinema ve gastronomi ile ilgileniyor; piyano, gitar ve ukulele çalıyor. Müzik başta olmak üzere sanata dair her şeye hayatında yer veriyor. İlgi alanları doğrultusunda ürettiği içerikleri okuyucularıyla buluşturmak için 2020 Ekim ayından beri MozartCultures ekibinde yazar olarak yer alıyor.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.