Beşten Yediye Cléo: Bakmak ve Bakılmak Üzerine

Beşten Yediye Cléo: Bakmak ve Bakılmak Üzerine

“Aceleye getirme, küçük kelebek. Çirkinlik bir ölüm şeklidir. Güzel olduğum sürece diğerlerinden daha çok hayattayım.” (Agnes Varda, 1962)

Fransız Yeni Dalgası’nın en büyük yönetmenlerinden Agnes Varda’nın iki saati bile bulmayan bu küçük, tatlı anlatısı kariyerinin henüz başında olan genç ve güzel bir şarkıcının kaygı dolu hayatından bir kesit sunar. Film, Corrine Marchand’ın canlandırdığı Cléo’nun hayatının dönüm noktalarını, bir bekleyiş içerisinde yaşanan yoğun kaygı durumunu anlatırken bir yandan yaşanan varoluşsal aydınlanmayı içinde barındırır.

Filmin en başında, falcıyla beraber öğreniriz ki Cléo hastadır ve yakın zamanda ölecektir. Ölüme yakın bir insan için hayatta geçirdiği her bir dakika değerlidir ve biz de Cléo’yu dakika dakika izlerken ona acıma duygusuyla bakarız. İlk bakışta gözümüze çarpan görüntü, Cléo’nun şımarık, kendisini beğenmiş, üst gelirli bir şarkıcı olduğudur. Hastalık korkusu ile başlayan dibe vuruşları aslında temelde çok daha büyük bir korkunun, birbirinin üzerine eklenen kaygıların bütününü dışa vurur.

Kaygılar

Sürekli bir kaygı içerisinde sürüklenen Cléo, aslında yapay bir çevrede yaşıyordur. Kendi benliğini en yakınındakilere kanıtlamaktan acizdir. Bir şarkıcıdır, yıldızdır ama aslında bu varlığı çevresindekiler tarafından yaratılmıştır, onlara bağımlıdır. Hizmetçisinin gözünde şımarık bir çocuk, piyanistinin gözünde yeteneksiz, kaprisli bir kukladır. Kendi hayatının ipleri elinde değildir ve bu bilinç dışı olarak kendisini boğulma hisleriyle dışarı vurmaktadır. “Yaşadığını hissetmediğini” söylemeye kadar gider bu durum.

Hastalığının midede olması pek tesadüf değildir aslında. Edebi literatürde pek çok kaygı bozukluğunu bir hastalık takip etmiştir. Midedeki bir rahatsızlık ise bu hastalıkların en yaygınıdır; stres durumunun bir fiziksel tepki olarak dışa vurumudur.

Anksiyete hastalığına da bağlı olarak Cléo sürekli bir şekilde korku doludur. Bunu kendisi de itiraf eder. “Her şeyden korkuyorum- kuşlardan, fırtınalardan, asansörlerden, iğnelerden- ve şimdi, bu büyük ölüm korkusu…” Onu sıkıştıran korkulardan en büyüğüyle karşılaşmıştır şimdi. Hastalık, ölüm, ona kalırsa çirkinliği ifade etmektedir ve güzelliğini takıntı haline getirmiş bir kadın için hasta olmak, güzelliğini yitirmek demektir ve bu da büyük bir kaygı konusudur. Hasta olmaktansa ölmeyi yeğlediğini bile söyler.

Bakışlar

Filmin büyük bir kısmını Cléo’nun sokakta yürürken, kafede otururken karşılaştığı insanların bakışları oluşturur. Yabancılar tarafından, en yakınındaki insanlar tarafından sürekli bir bakışa maruz kaldığını hisseden Cléo, vitrine konmuş bir tüketim nesnesi halindedir. Çevresindeki herkes tarafından devamlı olarak bir gösteri malzemesi gibi izlenip tüketilmektedir. Filmde zaman zaman gösteri-izleyici dinamiğini kuran sahnelere de yer verilmiştir. Bu durumun gerçekliği bir çeşit muammadır ancak Cléo’nun bakış açısından baktığımızda bu oldukça rahatsız edici bir durumdur.

Cléo filmde hem bakan hem bakılan konumlarında yer alır. Kendisinin incelendiğini düşündüğü kadar dış dünyanın da objelerini incelemektedir ancak onları gerçekten görüp görmediği kuşkuludur.

Bakışını yönelttiği diğer bir özne de kendisidir; kullanılan retorik ise doğal olarak aynadır. Cléo aynalar aracılığıyla sürekli olarak kendisine bakar, görünüşünü düzeltir. Güzelliğinden emin olamaz bir türlü. Ağlarken bunu aynaya karşı yapar. Kendi moralini düzeltmek için bile farklı görünümlere girerek durmadan aynalara bakar.

Bu görünüş kaygısı onda yoğun bir anksiyeteye yol açıyordur. Sürekli beğenilmek, arzulanmak çabası içindedir. Hasta olduğunu sevgilisinden saklarken onun tek düşündüğü olabildiğinin en iyisi şekliyle ona görünmektir. İçinde fırtınalar koparken dışarıya çizdiği tatlı, şımarık kız tiplemesini bozmamayı başarır.

Bu, ilk bakışta yanıltıcı bir görünüştür. Cléo ismi bile bir başkasından alınma, kendisine özgü gerçek ismi değildir. Sadece insanlar kendisine Cléo dediği için o da kendisine Cléo demeye başlamıştır. Kendisine bakan seyirciler için bir performans sunuyordur sürekli olarak. Bu performans içerisinde kendi benliğini var etme çabası başkalarının alayları ve yargıları arasında kaybolur. Sahneler sürekli olarak birbirine eklenirken Cléo’nun kendisine yarattığı bu tiplemenin de gittikçe çözüldüğünü görürüz ve onu daha iyi tanımaya başlarız. Aslında ilk bakışta göze çarpanın her zaman doğru olmadığı filmin içerisindeki ufak kısa filmde de vurgulanır.

Kırılma anı

Filmin dönüm noktası, karakter için kırılma anı, akıllara kazınmış “Sans-toi” şarkısını söylerken geçirdiği bir nevrotik patlamadır. Piyanistinin ve söz yazarının durmadan onu alçaltması, aptallaştırması artık dayanamayacağı bir noktaya varır. Beyaz elbiselerinden sıyrılıp siyahlara bürünmesi, peruğunu çıkartıp daha doğal haline dönmesi etrafında ona yöneltilen bakışların yarattığı sınırlardan ve bu sınırlar tarafından oluşturulmuş benliğinden kaçmak için ilk adımdır. Herkesi arkasında bırakıp tek başına çıkar dışarıya ama bakışlar bitmez, hatta tam tersine daha da yoğun bir şekilde üzerine gelmektedirler ama aynalar artık formları bozulmuş bir haldedirler; kırık, dağılmış ya da üzeri çizilmiş. Kendisine eskisi gibi bakamaz olur.

Bu bakışlar herkes için bu kadar rahatsız edici bir durum değildir aslında. Nitekim arkadaşı Dorothée (Dorothée Blank) bir sanat stüdyosunda çıplak modellik yapmaktadır. Bütün bakışlar devamlı olarak üzerindedir ancak bu bakış Cléo’nun hissettiği gibi yargılayıcı, sınırlayıcı, rahatsız eden bakışlar değillerdir. Tam tersine rahatlatıcı, sakinleştirici bir ortamdır burası. Üstelik Dorothée kendisine yöneltilen bakışlardan hiç mi hiç rahatsız değildir. Cléo çıplaklığı bir savunmasızlık olarak görür; bütün kusurlar izleyicinin görmesi için orada ve açıktadır. Dorothée bunu şu şekilde cevaplar:

Saçmalık! Bedenim beni mutlu ediyor, gururlandırmıyor. Bana baktıklarında benden fazlasını görüyorlar. Bir biçim, bir fikir. Ben orada değilmişim gibi. Uyuyormuşum gibi… Üstelik bunun için para kazanıyorum.

Dorothée, Cléo’dan büyük bir farka sahiptir: Bedeninden utanmak ya da gururlanmak, daha doğrusu ona yöneltilen bakışları kişisel çıkar ya da kaygı nesnesi olarak kullanmaktansa beden denilen şeyin sadece bir cisim olduğunun farkındadır ve bu, ona bedeni içerisinde özgür davranma olanağı sunar.

Arka plandaki savaş 

İlk bakışta kişisel bir anı anlatan Agnes Verda, politik olanı dışlamaz. Filmin politik arka planı taksideki radyo haberi ve insanların aralarında konuşmaları dahilinde verilir. Cléo kendi içerisinde savaşını verirken bir yandan arka planda sürüp gitmekte olan gerçek bir savaş da çalınır kulağımıza ancak son ana kadar durup da savaşın gerçekliğiyle yüzleşmeyiz. Üstelik bu savaş, ahlaki olarak sorgulanan bir savaştır. Kafede konuşan bir adam “kimin tarafını tutacağını bilemediğini” söyler.

Cezayir Bağımsızlık Savaşı’dır bu. Cleo’nun o sırada bakışa, sergiye, yani modern topluma karşı açtığı içsel savaşın daha büyük hali olarak Cezayir Bağımsızlık Savaşı da modernizmin Avrupa’daki sonucu olan emperyalist sisteme karşı açılan bir başkaldırıdır. Radyoda ölü sayıları verilir, eylem planları anlatılır. Bu sırada Cléo ile birlikte pasif bir şekilde arabanın camından dışarıyı, insanları izleriz. Dışarıda Cléo’nun dünyasından çok daha büyük bir dünya vardır ve o oradan geçtikten, bakışını kaçırdıktan sonra bile var olmaya devam ediyordur.

Beklenmedik karşılaşma

Filmin bir diğer dönüm noktası parkta asker Antoine ile tanışmasıdır. Alışılmadık bir şekilde, Antonio’nun Cléo’ya asılması ile başlar bu sahne. Cléo tam da kimse tarafından bakılmadığını, yalnız olduğunu düşündüğü sırada çıkagelir ve Cléo’yu düşüncelerinin ortasında yakalar. Cléo, belki de Dorothée’den aldığı cesaretle bu adama kendisini açar, hastalığından bahseder. Hatta ileri giderek gerçek ismini söyler. Antoine da alışılmadık bir ruh hali içerisindedir. Akşam treni ile bir bilinmezliğe, savaşa doğru gidecektir. Burada politik ortam ile ilk defa yolları kesişmiştir ve içi hüzünle dolar.

Cléo, bu karşılaştığı anlayış karşılığında sonunda kendi hayatının iplerini eline alır ve film boyunca merak edip durduğu sonucunu almak için harekete geçer. Bu harekete geçen kişilik filmin başında gördüğümüz pasif, şımarık çocuktan olabildiğince farklıdır.

Cléo’nun bakışları da, kameranın açısı gibi değişmiştir. Artık sadece Cléo’nun bakışlarını ya da Cléo’ya bakanları görmeyiz. Antoine ve Cléo aynı karede birbirlerine bakmaktadırlar. Artık bakış, hiyerarşik bir düzenden çıkıp karşılıklı bir eyleme dönüşmüştür.

“Çok fazla zamanımız var,” der Cléo bankta otururken Antoine’a. Oysa ikisinin de zamanı kalmamıştır. İkisi de bir biçimde ölüm döşeğindedirler ve birbirlerini bir daha hiç görmeyeceklerini biliyorlardır. On dakikalık tanışıklıklarından geriye Cléo’nun Antoine’a bakması için verdiği fotoğraf kalacaktır sadece ama bu rastlantı Cléo’ya özgürlüğünü kazandıran şey olacaktır aynı zamanda.

Filmin son sahnesine geldiğimizde Cléo artık etrafa sadece bakışları aramak için bakmıyordur. Çevresine gerçekten görmek için kocaman açtığı gözleriyle bakar. Hastalığını öğrenmesi ve kabullenmesiyle birlikte bilinmezliğin korkusu da uçar gider ve yerini büyük bir rahatlığa, mutluluğa, umuda bırakır. Artık kaşları çatık, yüzü kaygılı değil, tam tersi ileriye doğru diktiği gözleri yeni doğan yaz gibi umut doludur.

Filmin yönetmeni Agnes Varda’nın başka bir filmi olan Sans Toi Lit incelemesini buradan okuyabilirsiniz.

Fransız Yeni Dalgadan başka bir film incelemesi için: Vivre Sa Vie

Kaynakça:

https://www.youtube.com/watch?v=MhmkvXzGn54

Varda, A. (1962). Cléo de 5 à 7 . Paris: Agnès Varda.

YAZAR BİLGİSİ
Sıla Mutaf
Sıla Mutaf, 2000 yılında İzmir'de doğdu. Boğaziçi Üniversite'sinde Psikoloji ve Tarih bölümlerinde okuyor. Yazı yazmak ve seyahat etmek en büyük tutkusu, bir de insan denen varlığı anlamayı başarırsa başı göklere erecektir. MozartCultures'da sanat, edebiyat, tarih, sinema üzerine yazılar yazmak için katıldı.
YORUMLAR

  1. Cansu dedi ki:

    Güzel, ayrıntılı ve film hakkında birçok yeni bakış açısı kazandıran bir analizdi. Teşekkürler:)