İnsanın Nesne İle İlişkisinde Algı

İnsanın Nesne İle İlişkisinde Algı

 

Felsefe tarihinde bilme etkinliği söz konusu olduğunda algı kavramı, “akıl” ve “duyum” kavramıyla birlikte ön plana çıkmakta, hatta bazen duyum yerine de kullanılmaktadır. Ancak algı, psikolojinin temel bir terimi olarak bilme eyleminde çok daha karmaşık bir zihinsel süreci içermektedir. Bu zihinsel süreç, algının şey ile münasebetinde ortaya çıkmaktadır. Burada şeyden kasıt, hakkında konuşabileceğimiz farklı gerçeklik kürelerine ait her nesnedir. Söz gelimi rakamlar, matematik gerçekliği; öte dünya, metafizik gerçekliği; intihar, sosyal gerçekliği göstermektedir. Bu yazıda bilme etkinliğinin bir süreci olan algının neliğine dair birtakım açıklamalar yapılmıştır. Sosyal gerçekliğin bir nesnesi olan insanlar arası ilişki biçimi örnek verilerek algı bağlamında tartışılmıştır. Ayrıca bilme söz konusu olduğunda felsefe tarihinde bilginin kaynağına verilen yanıtlara işaret edilerek algı daha anlaşılır kılınmıştır.

Algı, felsefe tarihinde, bilme eyleminin gerçekleşmesi için temel parametrelerden biri olarak ele alınan bir kavramdır. Bir bilme eylemi söz konusu olduğunda algı, bazen bilginin kaynağına dair önerilen duyum yerine de kullanılmaktadır. Oysa algı, salt bir duyumdan çok daha fazla bir şeydir. Nitekim Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü’nde algıya dair şu ifadeleri kullanır:

(…) Algı bir yandan duyumdan, yani yalıtlanmış duyusal nitelikleri idrakten, diğer yandan da, imgeleme, anımsama, kavram oluşturma ve akıl yürütme gibi daha yüksek zihinsel süreçlerden ayırt edilir. Bu bağlamda algı, yalın duyu verilerinin düzenlenmesi ve yorumlanması olarak tanımlanabilir (Cevizci, 1999, 37).

Yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağı üzere bilme etkinliği söz konuş olduğunda zihnin bir üyesi olan algı, diğer zihinsel fonksiyonlardan farklı bir tavır gerçekleştirmektedir. Buradaki bilme etkinliği belirli ön varsayımların kabulüdür. Felsefe tarihinde bilginin var olduğunu kabul eden filozoflar tarafından bu ön varsayımlar farklı temellendirmelerle dile getirilmiştir. Bu temellendirmelere dair verilen yanıtlardan akıl söz konusu olduğunda rasyonalizm, duyum söz konusu olduğunda empirizm karşımıza çıkmaktadır. Algının anlaşılır kılınması için akıl ve duyumla temellendirilen bilginin kaynağına dair verilen cevaplara işaret edilecektir.

Nesnenin Bilgisi

Bu ön varsayımlardan birine göre –şeyi algılayan bir bilinç olarak- özneden bağımsız şeyin kendinde bir hakikati vardır ve özne o hakikati bilebilir. Bir başka deyişle şey, belirli bir gerçekliğe sahiptir. Burada söz konusu olan belirli bir gerçekliğe sahip olan şeyin özne tarafından bilinmesi ve o gerçekliğe bir isim verilmesidir. Yani özne burada şeyin kurucu unsuru değil, keşfedicisidir. Burada konunun anlaşılması bakımından şu önermeyi örnek olarak verebiliriz: Descartes, “Benim, öyleyse varım.” (Descartes, 2019, 34) ifadesinden hareketle insanın gerçekliğinin düşünce olduğunu söylemiştir. Yine Descartes, bilginin kaynağı konusunda aklı önceleyerek bizim doğuştan birtakım bilgilere (innate ideas) sahip olduğumuzu kabul etmiştir. Eşdeyişle insan içe dönük bir düşünüşle ve herhangi bir duyu nesnesinin etkisine maruz kalmadan bazı önermeleri açık ve seçik çıkarsar. Tümdengelim yöntemi ile bu açık seçik argümanlardan hareketle birtakım sonuçlara varır. Örneğin üçün ikiden büyük bir asal sayı olduğunu sezeriz ve bu bilgiden yola çıkarak “İkiden büyük bir asal sayı vardır.” çıkarımında bulunabiliriz (Baykent, 2017, 174).

Diğer bir ön varsayıma göre ise doğuştan ideler yoktur. İnsan zihni boş bir levhaya (tabula rasa) sahiptir. Bize bilgimizin malzemesini oluşturan ideleri temin eden kaynak deneyimdir. Yani biz ideleri ya dış dünyadaki fiziki varlıkları gözlemlememizin veya deneyimlememizin ya da bu varlıklardan duyu organlarımız aracılığıyla bize ulaşan etkiler üzerinde zihnimizin gerçekleştirdiği çeşitli faaliyetleri idrak etmemizin sonucunda elde ederiz (Cevizci, 2010, 51).

Dış dünyada bir kalem gördüğümde onu gözlerimle duyumsarım ve zihnimde bu kaleme dair bir tasarım oluşur. Bu tasarım nesnenin idesidir. Bu ide hakkında konuşabileceğim şeydir. Yani bilgi nesnesidir. Burada empirizme çok temel değinilmiştir. Yoksa empirizmin farklı anlayış biçimleri de vardır (Ajdukiewicz, 2010, 34-42).

Nesnenin Algı

Bir bilme eyleminde algı söz konusu olduğunda o salt duyumdan çok daha fazla bir şeydir. Ama duyum ile ilişkisi de bir anlamda vardır. Aslında algı, dış dünyada duyumsanan nesnenin zihin içeriğinde birtakım işlemlerden geçerek o nesneye dair bir bilme tavrı oluşturmasıdır. Bu zihin içeriğindeki işlemlerin nasıl gerçekleştiğine Doğan Cüceloğlu şu şekilde işaret etmektedir:

Algılamada bireyin daha önceki yaşantı ve deneyimlerinin etkisi büyüktür. Algılama anında beyin, bireyin içinde bulunduğu durumdan ne beklediğini, geçmiş yaşantılarını, diğer duyu organlarından gelen başka duyuları, toplumsal ve kültürel etkenleri hesaba katarak bir sentez yapar. Gelen duyuları seçme, bazılarını ihmal etme, bazılarını kuvvetlendirme, arada olan boşlukları doldurma ve beklentilere göre anlam verme bu aşamada yapılır. Duyu organlarının beyine ilettikleri duyular yalındır; algılama ise geçmiş öğrenme ve deneyimlerin işin içine girdiği son derece karmaşık bir süreçtir. Bu nedenle, «kalıplanmış» ve «gelişmiş» bireylerin, beyinlerine gelen aynı duyusal verilere farklı ağırlıklar yükleyerek bunları değişik biçimlerde algılayıp yorumlamaları doğaldır (Cüceloğlu, 1993, 46).

İnsan, doğası gereği iletişim kuran bir varlıktır ve bunun için bir muhataba ihtiyaç duymaktadır. Bu iletişim, insanlar arasında birtakım ilişki biçimlerini doğuracaktır. Sosyalleşmenin ya da iletişimin fazla olduğu bu çağda ilişki biçimleri yukarıdaki tartışmanın daha anlaşılır kılınması bakımından iyi bir örnektir.

Anne-baba, karı-koca, ağabey-kardeş, dede-torun ve kız-erkek ilişkileri, insanların belirli değer dünyalarından mülhem inşa edilmektedir. Seküler dünya görüşüne sahip bir birey için, kurulacak ilişkiler daha yararcı (pragmatist) olacaktır. Bu ifadede seküler ile pragmatist arasında nedensel bir ilişki kurulmuştur. Doğrudan bu ikisi arasında böyle bir ilişkiden bahsetmesek bile bunu dolaylı yoldan açıklamak mümkündür. Her bireyin yaşama biçimi olduğu gibi seküler bireylerin de belirli yaşama biçimleri vardır. Bu yaşama biçimleri ya da ilkeler neye göre belirlenir? Eğer bu soruya yanıt verirsek seküler ile pragmatist arasında nedensel bir ilişki kurabiliriz.

Öncelikle sekülerden ne anladığımızı ifade etmek icap eder. “Her şeyi dünya hayatından saymak; fakat bu Allah’ı inkar etmek anlamında değil, dünya hayatını ebedi olan ahiret hayatına tercih etmek” (Ertuğrul, 2014, 469) şeklindedir. Bu tanımdan hareketle seküler, yaşama biçimlerini dünyaya mündemiç belirlemektedir. Biraz daha açmak gerekirse, herhangi bir şey, mevcut dünya şartlarında pratik olarak insan hayatını kolaylaştırdığı ölçüde daha tercihe şayandır. Yani burada bir dayanak olarak bireyin yapıp etmelerini etkileyen bir hakikat yoktur. Şayet bir hakikate inandığını iddia etse bile bu onun dünyada yapıp etmelerine zarar vermeyecek ya da onu çıkarlarının aleyhinde olmayacak şekilde olmalıdır. Özne, onu yararcı bir tavırla uzlaşı ile kabul etmektedir. Bu uzlaşıda kişi, eğer hakikate inanması durumunda onu dünya hayatında daha müreffeh kılacaksa tercih edecektir. Diğer taraftan bütün yaşama şekillerini inancından alan bir birey için ilişki biçimleri, bireyden bağımsız bir hakikatin eli ile belirlenmektedir. İnançlı birey, bu hakikatin kendisi için belirlemiş olduğu yönlendirmelerle yaşamını sürdürmektedir.

Doğan Cüceloğlu’ndan alıntılanan pasajı anlaşılır kılmak için sosyal gerçekliğin bir nesnesi olan insanlar arası ilişki biçimi örneği verilmiştir.

Her algılama olayı, gelen duyusal verilere dayanılarak dış dünya hakkında kurulan bir kuramdır. Bu kuram soruşturmaya ve denemeye açık, geçici bir kuramdır; daha sonradan gelen duyusal verilerle ya daha kuvvetlenir ya da zayıflayarak yerini başka bir kurama terk eder. Her birey algısal kuramını, kendi yaşantıları ve deneyimleri çerçevesinde kurar. Bu özelliğinden dolayı algı, son derece öznel bir süreçtir. İnsanın yarattığı her şey, her düşünce ve davranış kendi algısal sürecinden geçerek oluşur. Ateşe dokununca el çekme, üflenince göz kırpma gibi algılama sürecinden geçmeden, duyusal süreçten sonra hemen davranışa yansıyan hareketlere “refleks” adı verilir. İnsanlar ve hayvanlar arasında refleksler yönünden pek fark yoktur; ne var ki, kendini ve çevresini algılama ve anlamlandırma yönünden büyük farklılıklar vardır. İnsanoğlunun yaratmış olduğu uygarlık ve kültürün temelinde algısal süreçler yatar (Cüceloğlu, 1993, 47).

Bilmede, algının ne derece önemli olduğu ifade edilmekle birlikte, buradan bilginin göreceli olduğu tavrını savunan sofistlerin anlayışı çıkarılmamalıdır (Cevizci, 2010, 51). Yazı boyunca belirli bir zamana ve zemine vurgu yapılmıştır. Aslında anlaşılması gereken daha fazla pragmatist tavırdır. Çünkü pragmatistler belirli bir gerçekliğin akış içinde olduğunu ve bu akıştaki gerçekliğe belirli zaman ve mekanda farklı doğru yargısı verildiğidir (James, 2017).

Hülasa, yukarıdaki tartışmada algının bilme eyleminde nerede durduğu kısaca ele alınmıştır. Ancak bunu açıklamaya çalışırken bir bilme olayının nasıl gerçekleştiğine dair farklı teorilere işaret edilmiştir. Bu teoriler arasında tartışma burada ele alındığı şeklinden çok daha büyük ve izaha muhtaçtır. Ancak tartışmada vurgunun algıya dair olması sebebiyle bu kadarı ile yetinilmiştir.

 

 

 

Kaynakça

Ajdukiewicz, K.(2010). Felsefeye Giriş. (çev. Ahmet Cevizci.) İstanbul: Gündoğan Yayınları .

Baykent, U. Ö.(2017).“Bilginin Kaynağı Üzerine”. Journal of Current Researches on Social Sciences , 173-190.

Cevizci, A. (1999). Felsefe Sözlüğü. İstanbul: Paradigma Yayınları, (3).

Cevizci, A. (2010). Felsefe Tarihi.  İstanbul: Say Yayınları, (2).

Cüceloğlu, D. (1993). İyi Düşün Doğru Karar Ver. İstanbul: Sistem Yayıncılık, (10).

Descartes, R. (2019). Meditasyonlar. (çev. Çiğdem Dürüşken). İstanbul: Alfa Yayınları, (3).

Ertuğrul, İ. (2014). Lugatçe-i Felsefe. (Transkripsiyonlu Metin, Hazırlayan: Nejdet Ertuğ). Ankara: Aktif Düşünce Yayınları, (1).

James, W. (2017). Pragmatizm. (çev. Tahir Karakaş). İstanbul: İletişim Yayınları, (2).

 

 

 

 

 

YAZAR BİLGİSİ
Burak Ayaz
Burak AYAZ, Eylül 1997’de Tuzla’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Darıca’da tamamladıktan sonra Düzce’de İngilizce hazırlık okuyup üniversite eğitimine bir yıl ara verdi. Daha sonra 2017 yılında Sakarya Üniversitesi Felsefe Bölümü'ne geçti. Dördüncü sınıf öğrencisi olarak eğitimini sürdürmektedir. Çocukluğunda nesnelerin isimlerinin nereden geldiği sorusu O’nun hayatını felsefeye yönlendirmiştir ve MozartCultures Felsefe kategorisinde yeni bir yazar olarak yazma etkinliğini sürdürmektedir.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.