Rosetta: Dışlanmış, Sömürülmüş ve Görünmez Proletaryanın Bir Temsili

Rosetta: Dışlanmış, Sömürülmüş ve Görünmez Proletaryanın Bir Temsili

Yönetmenliğini ve senaryo yazarlığını Belçikalı Dardenne kardeşlerin (Jean-Pierre Dardenne ve Luc Dardenne) üstlendiği Rosetta, 1999 yılında seyirciyle buluştu. Cannes’dan “Altın Palmiye” ve “En İyi Kadın Oyuncu” ödülleriyle dönen film, 17 yaşındaki Rosetta’nın hayat mücadelesini anlatıyor. Filmin konusunun yanı sıra sinematografisi, filmi bu kadar “çarpıcı” ve gerçekçi kılan bir diğer etmen. Rosetta’nın omuzlarında taşınıyormuş gibi hissettiren kamera tekniği, onun hayatını ve verdiği kararları kendi gözünden görmemize yardımcı oluyor.

Filmin Konusu

Rosetta, alkolik annesiyle bir karavan parkında yaşıyor. Hayattaki en büyük amacı ve isteği “normal” bir yaşantı sürdürebilmek, tıpkı herkesin yaptığı gibi. Rosetta için normal bir yaşam sürmek, bir iş sahibi olmak demek. Bu yüzden seyirci, film boyunca Rosetta’nın yılmadan, sürekli bir iş arayışına şahit oluyor. Film, Rosetta’nın fabrikadaki işinden kovulduğu sahne ile başlıyor. Rosetta işten atılmayı kabullenemiyor ve oradan ayrılmayı reddettiğinde, onu fabrikadan zorla çıkarmaya çalışan güvenlik görevlilerine direniyor. Seyirci, onunla o sahnede tanışıyor ve seyircinin, Rosetta’nın karakteri hakkındaki düşünceleri hızla şekillenmeye başlıyor. Rosetta’nın bir iş bulmak ya da işini kaybetmemek için her şeyi yapacağı orada anlaşılıyor.

BUNDAN SONRASI “SPOILER” İÇERMEKTEDİR.

Filmin Sosyolojik Analizi

Rosetta, sosyal statüsü nedeniyle toplumdan dışlanmış bir kişi. Aslında o; dışlanmış, sömürülmüş ve görünmez proletaryanın bir temsili. Kendisini o kadar görünmez hissediyor ki bir işte çalışmanın, toplumda görünür olmanın tek yolu olduğuna inanıyor. Bu yüzden annesinin, bir başkasından aldığı balığı kestiğini görünce, çılgına dönerek “Biz dilenci değiliz!” diye bağırıyor ve annesini durdurmaya çalışıyor. Rosetta’nın bir sadakayı kabul etmesi söz konusu bile değildir çünkü kabul ederse toplumda, olmak istediği konuma asla ulaşamayacak ve görünür hâle gelmeyecektir.

İşinden kovulan Rosetta, kapitalizmin vaat ettiği, sözde “normal hayatın” kollarına düşmeden önce, işsizlik maaşı alıp alamayacağını öğrenmeye gidiyor ancak aldığı cevap pek de iç açıcı olmuyor. Yeterince uzun süre çalışmadığı gerekçesiyle işsizlik maaşını alamıyor. Filmin ilk sahnesine bakıldığında, Rosetta’nın iyi bir çalışan olmasına rağmen kovulduğu görülüyor. Aslında o, işini bırakmak istemiyor ama bir seçim yapma şansı da yok. Burada, Max Weber‘in yasal otorite biçiminin tehlikeli yanı görülüyor. Weber bürokrasilerin, insanlara sadık olmasalar bile her zaman yasalara ve kurallara sadık kaldıkları için rasyonel, uyarlanabilir ve dayanıklı olduğunu savunuyor. Ancak “Kurallar, ulaşmaları amaçlanan hedeflere hizmet etmeden sadece kendi iyilikleri için uygulandığında, insanlar yarattıkları rasyonel yapıların tutsağı olurlar” (Sutton, 2001: 110). Bunun ışığında düşünülecek olursa işsizlik maaşı, işsizlerin ve paraya muhtaç kişilerin yardımına koşmalıdır. Ancak durumu, sözde düzen ve adaleti tesis etmek için belirlenmiş bir dizi kurala uymadığı için Rosetta, bu maaştan faydalanamıyor. Burada, bazı durumlarda işlevsiz kalan ancak bir kural olduğu için her şartta uygulanması gereken bu yasanın kısıtlayıcılığı görülüyor. Öte yandan Rosetta ise hiçbir şey yapamadığı için bu düzen içinde sıkışıp kalmış bir nesne hâline geliyor. Gerçek hayatın bir yansıması olarak bu durum, izleyiciyi; yasanın kimi koruduğunu, kime yardım ettiğini ve yarar sağladığını düşünmeye iterek sistem mağdurlarının çoğunlukla işçi sınıfından insanlar olduğunu gösteriyor.

Film ilerledikçe Rosetta’nın toplumdaki yeri, toplumdan nasıl muamele gördüğü, hayatının nasıl şekillendiği ve bunların hukuk sistemiyle nasıl ilişkilendiğinin örnekleri görülmeye devam ediyor.

Hayat, Rosetta’ya pek iyi davranmamayı sürdürüyor. İş aramaya devam eden Rosetta, Riquet ile tanışıyor ve Riquet, ona kendi çalıştığı waffle dükkanında iş buluyor. Rosetta’nın uyumadan önce kendi kendine konuştuğu sahne, filmin çarpıcı ve özetleyici sahnelerinden bir tanesi. Rosetta, artık bir işi ve arkadaşı olduğuna, yani herkes gibi normal bir hayat süren normal bir insan olduğuna kendini ikna etmeye çalışıyor. Ancak bu normallik durumu, onun için fazla uzun sürmüyor.

İşe yaramaz oğlunun bir baltaya sap olmasını isteyen patronu, Rosetta’yı daha 3. günden işten çıkarıyor. İşten yine kovulan Rosetta, bu durumu sakince karşılayamıyor ve deliye dönüyor. Patronun, onun direnişine “Patron benim!” diye bağırarak cevap vermesinden, Rosetta’nın aslında kendisine yapılan adaletsizliğe karşı çıkmaya bile hakkı olmadığı anlaşılıyor. Bir un çuvalına bırakmamacasına sarıldığı yürek burkan sahnede, aslında hayata tutunmaya çalıştığını ve bunun için ne kadar çabaladığını izleyiciye hissettiriyor Rosetta.

Tekrar işsiz kaldıktan sonra Riquet’nin, Rosetta’ya yardım etme çabaları görülüyor. Ona borç vermeyi, birlikte çalışmayı ve maaşını paylaşmayı teklif ediyor. Rosetta ise hiçbirini kabul etmiyor çünkü onun tek istediği gerçek bir işte çalışmak. Riquet, Rosetta’ya yardım etmeye çalışırken bataklığa düştüğünde Rosetta, bir anlığına bile olsa onun bataklıkta ölmesine izin vermeyi düşünüyor. Böylece Riquet’nin yerine geçip bir iş sahibi olabilir. Ancak o kadar “zalim” olamıyor ve yine de onu bataklıktan kurtarıyor.

Onu ölüme terk edecek kadar zalim olmasa da Riquet’nin işini elinden almaya karar vermiş olan Rosetta, kısa sürede işe koyuluyor. Tek arkadaşına ihanet ederek onun işini elinden alıyor. Rosetta’nın waffle büfesinde çalıştığı sahne, gerçekten mutlu ve gülümserken göründüğü tek sahne olarak akıllarda kalıyor. Tam da bu noktada neyin yasal ve doğru, kimin haklı ve suçlu olduğu konusu ise tartışmalı olarak kalıyor. Rosetta, Riquet’yi patrona ispiyonlayarak onun yaptığı illegal işi durduruyor ama bunu iyi niyetle yapmadığı açık. Amacı Riquet’nin kovulmasını sağlayıp onun yerine geçmek ve bunu başarıyor. Bu, ilk bakışta hukuken doğru olsa da etik dışı ve kötü bir davranış olarak algılanabilir. Dolayısıyla Rosetta, seyircinin gözünde kötü bir karakter olarak tanımlanabilir. Ancak bir süredir onun bu zorlu hayatına çok yakından tanık olan seyirci için Rosetta’yı suçlamak pek kolay değildir. Seyirci, bu noktada ona kızmakla acımak arasında kalıyor.

Tehlikeli Birey

Rosetta’nın durumunun, bir açıdan Foucault‘nun (1978) “tehlikeli birey” kavramı ile ilişkili olduğu düşünülebilir. İşçi sınıfının bir üyesi olan Rosetta, işsiz bir kişi olarak kapitalist sistemin tehlikeli bireyidir. Toplumun gözünde yabancılaşmış ve tehlikeli ilan edilmiştir. Adaletsizliklere gösterdiği tepkiler, -işini bırakmamadaki ısrarı gibi- “uygunsuz davranışlar” olarak algılanmaktadır. Ayrıca kadınlığı ve yoksulluğu nedeniyle de tehlikelidir. Filmde pek belirgin olmasa ve filmin odak noktası olmasa bile kadınların, sistemin olası tehlikeli birey figürleri olduğunu söylemek mümkündür. Aslında bu durum, Rosetta’nın annesinin durumuyla ilişkilendirilebilir: Alkollü içki karşılığında erkeklerle cinsel ilişkiye giren alkolik bir anne olarak topluma yabancılaşması. Onun “doğuştan” gelen kötü kadın içgüdüleri, kendi sonunu getiriyor. Annesine ne kadar kızgın olursa olsun Rosetta, onu kucaklayan ve ona yardım etmeye çalışan tek kişi. Ancak içinde yaşadığı toplum ve sistem, onun annesine yaptığı gibi Rosetta’yı kucaklamaya pek istekli görünmüyor.

Sonuç

Rosetta, Riquet’nin kovulmasına neden olduktan sonra, Riquet onu takip etmeyi asla bırakmıyor. Onu rahatsız ettiğine ikna olana kadar motosikletiyle sürekli etrafında dönüp duruyor. Pişmanlık yüzünden mi yoksa sadece bir işle istediği normal hayata ulaşamayacağını anladığı için mi bilmiyoruz; filmin sonuna doğru Rosetta, patronunu arayıp istifa ediyor.

Filmin en üzücü ve en gerçekçi sahnesinin ise son sahnesi olduğu söylenebilir. Rosetta yumurtasını kaynatıyor ve annesinin de karavanda olduğundan emin olduktan sonra sakince yatağa uzanıp ölümü bekliyor. Ancak tüp bittiği için ölmeyi bile başaramıyor. Rosetta’nın yoksulluğu, o yorulup pes etmek istediğinde bile onun karşısına bir düşman gibi dikiliyor ve onu, yine bu “acımasız” hayatla baş başa bırakıyor.

Yazar: Betül Açı
Editör: Emine Türal

Kaynakça

• Dardenne, J.P. & Dardenne, L. (Yapımcı), Dardenne, J.P & Dardenne, L. (Yönetmen). (1999). Rosetta. Belçika: ARP Sélection.

• Foucault, M. & Baudot, A., & Couchman, J. (1978). About the Concept of the “Dangerous Individual” in 19th-Century Legal Psychiatry. International journal of law and psychiatry, 1(1), 1-18.

• Sutton, J.R. (2001). Law/Society: Origins, Interactions, and Change. Thousand Oaks, CA: Pine Forge Press.

Görsel Kaynakça:

https://tr.pinterest.com/pin/369224869458442928/
https://images.app.goo.gl/b2simzP4DSyDErcQ9
https://images.app.goo.gl/XSVU1DJZRDw76wX78
https://images.app.goo.gl/Ztt8iHpKSy8Xomev8
https://images.app.goo.gl/D9YQnrn4SXgWivFX8
https://images.app.goo.gl/r122bXBvkXXA1bdR6
https://images.app.goo.gl/WDEadDsFnYiUgDCU7

ETİKETLER: , ,
YAZAR BİLGİSİ
Betül Açı
Betül Açı, Bursa’da doğup büyüdü. Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde lisans eğitimini tamamladı. Edebiyat, sinema ve gastronomi ile ilgileniyor; piyano, gitar ve ukulele çalıyor. Müzik başta olmak üzere sanata dair her şeye hayatında yer veriyor. İlgi alanları doğrultusunda ürettiği içerikleri okuyucularıyla buluşturmak için 2020 Ekim ayından beri MozartCultures ekibinde yazar olarak yer alıyor.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.