Sefarad Yahudilerinin Serüveni

17.05.2021
Sefarad Yahudilerinin Serüveni

Sefarad Yahudileri

Sefarad kelimesi İbranicede İspanya anlamına gelmektedir. Daha sonra ise anlamı genişlemiş ve Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerde yaşayan Yahudilerin hepsine bu ad verilmiştir. 1492 yılında Son Endülüs Emirliği’nin yıkılmasıyla birlikte Kastilya ve Argonya Krallığı, İber Yarımadası’ndaki  Müslümanlara ve Sefaradlara karşı ciddi pogromlara (soykırım) girişmiştir. Bu pogromlar, Müslüman ve Sefaradların bölgeden göç etmesine sebep olmuştur. Bu sırada da Osmanlı padişahı 2. Bayezid, bölgeden gelen yardım çağrılarını dikkate almıştır ve İspanya’ya gemiler gönderip Müslüman mültecilerin Kuzey Afrika şehirlerine; Sefaradların da İstanbul, İzmir, Selanik ve Bursa gibi ticaret şehirlerine yerleşmesini sağlamıştır. Bu şehirlere gelen mülteci Sefaradlar, şehirlerdeki Osmanlı sosyal ve ekonomik hayatına hızla entegre olmuş, hatta saray ve ticaret çevreleri arasında çok ciddi nüfuzlar kazanmıştırlar. Özellikle Yavuz Sultan Selim döneminde, bir Yahudi Osmanlı vatandaşı Darphane Amirliği vazifesine getirilmiştir. Akabinde, Kanuni Sultan Süleyman ve 2. Selim döneminde sarayda kazandıkları nüfuz dramatik bir şekilde artmıştır. Hatta Sefaradlar, Osmanlı iç ve dış politikasında söz söyler hâle gelmişlerdir.

Doña Gracia Mendes

Doña Gracia Mendes, zenginliği sayesinde İstanbul’da herkes tarafından tanınan bir sima olmuş, yaşamının büyük çoğunluğunu Avrupa’da eziyet gören Sefaradları kurtarmaya adamıştır. Kanuni Sultan Süleyman ile doğrudan iletişim kurup Yahudilere eziyet eden şehir devletlerine Osmanlı tarafından ekonomik ambargo uygulanması için taleplerde bulunmuştur. 1568 yılında ölümüyle birlikte servetini yeğeni Yasef Nassi’ye bırakmıştır. Yasef Nassi’nin nüfuzu, 2. Selim döneminde Osmanlı dış ve iç politikalarında çok ciddi olarak hissedilmiştir. Onu meşhur eden en önemli projesi ise Filistin’in kuzeyinde yer alan bir bölgede Yahudi bir yerleşim yeri kurmayı amaçlamasıdır. Hem Kanuni hem 2. Selim’den bu proje için izin almış fakat projeyi hayata geçirememiştir. Ayrıca Yasef Nassi, Kıbrıs’ın alınmasını için 2. Selim ve saraydakileri teşvik etmeye çalışmış ve birçok hamlede bulunmuştur. Ajanları aracılığıyla 1569 Eylülü’nde Kıbrıs’ı kontrol eden Venediklilerin tersanesinde çok büyük bir yangın çıkarmıştır. Fakat İnebahtı Savaşı’nda Osmanlı’nın yenilmesiyle gözden düşmüş ve bununla birlikte Sefarad Yahudilerinin nüfuzu Osmanlı siyasetinde zayıflama sürecine girmiştir.

 

(Gracia Mendes Nasi’nin portresi/Gracia Mendes ve Yosef Nasi’nin gravürü)

 

Türkiye Cumhuriyeti ve Sefaradlar

Sefaradların yerini Rum ve Ermeniler almıştır. Sefaradlar artık ikinci plana düşmüş ve ekonomik-siyasi güçlerini ciddi olarak kaybetmişlerdir. Osmanlı’nın yıkılmasıyla birlikte diğer azınlık grupları gibi Sefaradlar da birçok zorlukla karşılaşmıştır. Bundan dolayı Avrupa’ya, özellikle Fransa’ya, doğru çok büyük bir Sefarad göçü olmuştur. Türkler ve Sefaradların arasındaki bağlar çok zayıflamış gibi görünse de tarihin bir cilvesi olarak 2. Dünya Savaşı‘nda bu bağ, yeniden meydana çıkacaktır. 1930 yılında Türk hükûmeti, yurt dışında yaşayan vatandaşlarından T.C. vatandaşlığını sürdürmeleri için belgeler talep etmiş ama yurt dışındaki çoğu azınlık bunu dikkate almamıştır ve bundan dolayı artık resmî olarak Türk vatandaşlığından çıkmışlardır.

1940 yılında Nazilerin Fransa’yı işgal etmesiyle bölgedeki Sefaradlar Nazi ve iş birlikçi Fransız hükûmeti tarafından baskı ve şiddette maruz kalmaya başlamışlardır. Fakat Fransa’da olan Türk konsoloslukları Sefaradları unutmamış, Eski Türk vatandaşı olan Sefaradlara yeniden Türk pasaportu vererek onları Nazi ve iş birlikçilerinden korumuşlardır. Paris’teki Türk Büyükelçi Namık Kemal Yolga, olayları şu şekilde anlatmaktadır:

“Türk vatandaşları başkonsolosluğa hücum ettiler. Önceleri ikinci kattaki kançılaryaya yığıldılar. Orası dolunca, giriş holüne kadar merdivenleri işgal ettiler ve geç gelenler de resimde görüleceği üzere, konsolosluğun bulunduğu Bulvar Haussmann’n kaldırımlarına yayıldılar. Önceleri, merdiven sahanlığından dikilerek, sonra da binanın girişinde bir sandalyeye oturarak, izlemeleri gereken bürokratik işlemler hakkında bilgi verdim ve kendilerinden Türk vatandaşlıklarını ispat edebilecek ne kadar belgeleri varsa hepsini getirmelerini istedim. Gayet iyi hatırlıyorum, bazı hallerde bunlar, ancak, Osmanlı Devleti zamanında ödedikleri vergilerin makbuzlarını getirebildiler. Onun üzerine biz de kendilerine, vatandaşlık işlemlerini tamamlamak için başkonsolosluğumuza başvurduklarını ve bu başvuruları Ankara’ya gönderdiğine dair birer belge verdik. Onlar da bu belgeleri vatandaşlık ilmühaberi gibi kullandılar.” (Shaw, 2014, s. 91)

Son olarak, Sefarad kültürü, Türk mutfağını da etkilemiştir. Şu an İzmir’in en ünlü sokak lezzetlerinden biri olan “boyoz”, bir Sefarad yemeğidir. Boyoz, başlarda yoksul Sefarad mülteciler tarafından ekmek parası kazanmak için pazarlarda satılan bir yiyecek olmuş; zamanla Müslüman ve Hristiyanlar tarafından da benimsenmiş ve sevilmiştir. Ayrıca, Sefaradlar ilk geldikleri zaman durumları çok iyi olmadığı için yaptıkları boyozları Müslümanlara ait fırınlarda pişirmişlerdir. Boyoz, bir nevi birlikte yaşamın ve kardeşliğin simgesi olmuştur.

 

Yazar: Ahmet Ziya Boz
Editör: Emine Türal

 

Kaynakça:

 

Görsel Kaynakça:

 

YAZAR BİLGİSİ
Ahmet Ziya Boz
Ahmet Ziya, 1999 yılında Antalya'da doğdu. 2018 yılında Boğaziçi Tarih bölümüne girdi. Spor yapmayı ve çizim yapmayı çok sever.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.