Toplumdaki Cinsiyet Rollerinin Sebebi Filmler mi?

05.10.2021
Toplumdaki Cinsiyet Rollerinin Sebebi Filmler mi?

 

Toplumsal cinsiyet kavramına göre çocuk doğduğu zaman biyolojik bakımdan bir cinsiyete sahip olurken toplumsal açıdan bir cinsiyete sahip değildir. Çünkü toplumsal cinsiyet; yaşadığı kültür, zihniyet, bulunduğu aile atmosferi gibi birçok etmene bağlıdır. Doğu kültüründeki erkek, toplumsal cinsiyet kavramıyla batı kısmındaki kavram algılayış farkı buna en büyük örnektir.

Toplumsal cinsiyet kavramına göre çocuk büyürken toplum da çocuğun karşısına cinsiyete uygun kurallar ya da davranış modelleri koymakta ve bu modeller aile, arkadaşlar, okul ve kitle iletişim araçları gibi bazı toplumsallaştırma etkenleri tarafından somutlaştırılarak çocuğun bunları sahipleneceği ortamlar hazırlanmaktadır. Çeşitli öğrenme mekanizmalarının da devreye girmesiyle birlikte çocuk bu davranışları içselleştirmekte ve biyolojik cinsiyetinin yanında toplumsal cinsiyetini de kazanmaktadır (Connell, 1998, s. 255).

Bu davranışların kazanılmasında etkili olan mekanizmalardan biri de sinemadır. Kullanılan ve bilinçsel olarak gelişmemiş taze beyinleri hedef alarak toplumsal bilgileri, hayal gücü ve bakış açısı ile etkileşime geçerek bir dünya kuran sinema filmleri, bir yandan içinden çıktığı toplumu yansıtırken, diğer yandan da ele aldığı konular, işaret ettiği sorunlar, bu sorunlara önerdiği çözüm yolları ile toplumu etkilemekte, biçimlendirmektedir.

Hangi türün içerisinde yer alırsa alsın cinsiyet temelli yaklaşımlarda en büyük anlatım yüklenen duygu aşktır. Birçok olay örgüsüyle beraber işlenebilme yetisine sahip olan bu duygu en çok komediyle kullanıldığında başrolü oynamaktadır. Ve doğal olarak romantik komedilerde en büyük problemler de toplumsal cinsiyet kavramından ya da ona yüklenen misyon üzerinden ortaya çıkmaktadır.

Toplumsal Cinsiyet Lakabında ‘Aşk’

Kavram olarak bütünsel görünse de iç dünyasında kıtadan kıtaya, çiftten çifte göre bile ortak paydada buluşulamayacak bir kavramdır. Aşk; süregelişine, ebediyen var olacağı ve olduğu düşünülürse değişime uğramış ve uğrayacak en büyük toplumsal etmenlerden biridir. Aşkın Batı’daki tarihine bakıldığında, Antik Yunan’da erkekle kadın arasında yalnızca üreme amacıyla var olan cinsellik söz konusu iken; aşk yalnızca erkekler dünyasına aittir. Bauman da Hristiyanlığın ortaya çıkışından sonra bile iki cins arasında şimdi anladığımız şekliyle bir “romantik aşk”tan uzun zaman söz edilemeyeceğini, bu dönemde yine üreme amaçlı bir cinselliğin hüküm sürdüğünü belirtmektedir (Tarhan & Bekar, 2004, s. 235).

Anthony Giddens, romantik aşk teriminin 19. yüzyıldaki kullanıldığı anlamıyla toplumsal hayatı etkileyen dünyevi değişimleri ifade ettiğini ve hem geleceği kontrol etmeye yarayan potansiyel bir yol hem de hayatı ondan etkilenenler için bir psikolojik güvenlik biçimi haline geldiğini ifade etmektedir (Giddens,2010, s. 43).

Bugün ise aşk, iki kişinin ‘derin bağ’ kavramı adı altında cinsellik amaçlı yaşadığı birlikteliktir.  Toplumsal ve ideolojik doğuşundan gittikçe uzaklaşarak roman, şiir ve edebiyatın  hızla tükettiği bir meze olarak raflarda yerini almaktadır. Bununla beraber modernleşme sonucunda eşin özgür seçimi altında kişiler birbirilerini romantik zihniyetle sarmalanmış biçimde özel mülkiyetleşme  cinsinden birbirine obje olarak sahip olmaktadır. Görüldüğü gibi romantik “modern” Batı toplumunun inşası için yaratılan bir kavram olarak ortaya çıkmış ve zaman içinde yaşanan sosyal farklılıklar cinsellik ve tüketim olgusunu da içinde barındıran bir kavram haline gelmiştir. Her ne kadar değişime uğramış kendi benliğini kaybetmiş olsa da toplumsal kodlar hala insanların zihninde güçlü bir biçimde yer almaya devam etmektedir. Sinema üzerinden bu olay absürt bir biçimde gözlem için elverişli bir ortam sergilemektedir.

 

Sinema Aracılığıyla Toplumsal Rol Dağıtımı

Film izlemenin bir süreç olduğu düşünüldüğünde, elbette ki bu süreç boyunca anlamların oluşturulması, izleyicinin yanı sıra travmaları ve bilinçaltının yorumunun da gelişmesiyle beraber yalnızca o iki saatlik etkileşimin sonucu olarak ortaya çıkmamakta, seyirciler toplumsal ve tarihsel açıdan belli bir birikime sahip bir özne konumunda yer almakta ve aynı şekilde inşa edilmiş filmleri izlemektedirler. Dolayısıyla anlam, seyircinin filmi izlemesi sırasında kendinden kattığı her şeyle birlikte oluşmaktadır (Abisel, 2005, s. 223).

Fakat bunun yanı sıra toplumsal rollerin belirginliği ve yaşatılan çatışmanın göze batmaması ve bu kalıplaşmadan uzakmışçasına bir izlenim için sivrilen kısımları düze getirmede en büyük araç aşktır. Normalde tepki vereceğimiz ya da saçma bulacağımız tüm rol paylaşımı ve sorumlulukları aşk sayesinde normalize etmekteyiz.

Claire Mortimer’in de belirttiği üzere dönem dönem düşüşler yaşasa da en dayanıklı ve uzun ömürlü türlerden biri olan romantik komediler, Amerika’da screwball comedy olarak adlandırılan türün dönüşümü sonucu ortaya çıkmıştır. Türün ortaya çıktığı toplumsal koşullara bakıldığı zaman, Amerika’nın Büyük Kriz ile karşı karşıya olduğu ve nüfusun büyük bölümünün mutsuz  olduğu görülmektedir. Erkeklerin ailelerinin geçimlerini sağlamak için iş bulma çabası içinde olduğu bu dönemde, screwball komediler, günlük hayattan farklı olarak neşe ve mutluluk vaat etmektedir. Kriz sonrası evliliğe olan güven ve vakit azalmakla beraber sevgiye inanç da azalmıştır. Bunun düzelmesi adına insanlar daha çok film arayışına yönelmiştir. Kriz döneminde yaşanılan başarısızlıklar ve insan üzerindeki depresif ruh hali Hollywood mitleri ile kurtarılmaya çalışılmıştır. Toplum her ne kadar buna ihtiyaç duysa da romantik komedilerin, kadın kahramanları daima erkeğin kontrolünde ve kanatları altında olmak ister şekilde temsil ettiğini unutmamak gerekir.

Savaş Sonrası Zihindeki Toplumsal Kodlar Değişti mi?

Savaş döneminin sona ermesi ve yaşanan değişimler sonucu 1980’lerin sonlarına kadar önemini kaybeden romantik komedilerin, kendi içinde de değişim ve dönüşüm geçirerek özellikle doksanların başından itibaren tekrar yükselişe geçtiği görülmektedir (Deleyto, 2003, s. 167; Neale, 1992, s. 284). Bu dönüşüm sürecinde Batı’daki cinselliğe bakış, toplumsal cinsiyet ilişkileri ve kimlik gibi tanım gelişimlerinin etkisi büyüktür. Pek çok değişim yaşamasına rağmen günümüzde romantik komediler hâlâ kadın ve erkek için aşkı hissetmenin, kendileri için “özel insan” keşfetmenin ortaya konduğu anlatılar olarak görülmektedir. Bu açıdan romantik komediler her ne kadar soysal değişimlerle kendini yenilese de geleneksel kodlarına sadıktırlar (Deleyto, 2003, s. 167-169).

Pek çok feminist yazar da kadınlarla daha güçlü bir ilişki içinde görünmesine rağmen romantik komedilerin kadınlar için son derece dezavantajlı olduğunu, kadınların itaatini sağlamada ve romantik aşkın verdiği hazza yenik düşüp kendi öz benliklerinin ve özgürlüklerini kısıtlama adı altında aşık oldukları fikri aşılanmaktadır. Bu filmler var olan güçlü yapının korunması için kadınların duygularını yönetmektedirler (Wilding, 2003, s. 382).

Sinema Normları ve Sonuç

Bütün bu normlar ve romantik komedi üzerinde işlenen aşk kavramı insanların birbirilerine özgü sevgiyi ve keşfi bulmalarında büyük engel teşkil etmektedir. Hiçbir şeyin tek düze olamayacağı, kişilerin farklı olduğu kadar her bireyle yaşanan duygusal bağlılık ve beklentiler de farklı olacaktır.

Romantik komediler aracığıyla kullanılan ve kullanılmak istenen ideal çift kavramı, erkek, kadın kavramı kadar netliğe kavuşturulamayacak ve tanımı yapıldığında insanların kendine kıyası üzerine dışarıda ya da uygunluğu sonucu ‘doğruyum’ algısıyla üstünlük kompleksini beraberinde getirecektir. Kurulan anlamlar sisteminin kırılmasının oldukça güç olduğu popüler film anlatıları, zaten toplumsal kabuller aracılığıyla alışkın olunan erkek egemen dış dünyanın normlarının onaylanmasında, mevcut erkek egemenliğine dayalı düzenin kadına biçtiği rollere rıza gösterilmesinde ve yeniden üretilmesinde oldukça güçlü bir destek sağlamaktadır.

Romantik aşkı anlatının merkezine yerleştiren romantik komedi filmleri bu açıdan daha fazla dikkat edilmesi gereken bir tür olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tarz filmlerin temsiller açısından ataerkil sistemin kabullerini meşrulaştıracak, içselleştirecek ve yeniden üretecek şekilde oluşturulduğu görülmektedir. Kurgu içinde yer alan karakterlerin tavrı ve hareketleri her ne kadar modern dünyaya ayak uydurmuş kişiler olarak lanse edilse de aşk kavramı adı altında, toplumsal cinsiyet rollerini belirlemekte ve bunun değişmesi konusunda büyük direnç göstermektedir. İnsan özgürlüğünün sadece görünüşte yaşanan bir özgürlük olarak var olduğunu desteklemekle beraber hepimizin zihninde ideal kişi kavramı sebebiyle kendimizi sürekli sorgulamamıza ve yetersiz hissetmemize destek çıkacaktır. Aşk kavramı her ne kadar günümüze uyarlanmaya çalışılsa da toplumsal kodlarını hiçbir zaman unutturmayarak insanları aynı bilinçsel çağrıya yönlendirecektir.

 

Yazar: Yade Mulla

Editör: Merve Bektaş

 

Kaynakça:

Görsel Kaynakça:

YAZAR BİLGİSİ
Yade Mulla
Yade Mulla 2001 yılında Antalya'da doğdu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde Endüstriyel Tasarım Bölümünde eğitimini sürdürmektedir. Yazarken okuyucuların da aktif olabileceği etkin iletişim dilini kullanmayı, süreci ,atmosferi, maddesel ürünleri estetik açıdan tasarlamayı ve zenginleştirmeyi seviyor.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.