Üç Bin Yıllık Emir: Öldürmeyeceksin

Üç Bin Yıllık Emir: Öldürmeyeceksin

İnsan hakları denilince akla ilk gelen hak olan yaşama hakkı; kişiye sıkı sıkıya bağlı, vazgeçilemez ve devredilemez bir haktır. Ancak hukuka ve birçok toplum sözleşmesine konu olmuş bu hakkın bireyselliğinden ötürü, kişisel olarak savunulabilecek bir hak olmasının yanında aksinin de karşılıklı olarak toplumsal bir olgu ortaya çıkardığı görülmektedir: Öldürmemek.

İlk insanın çocukları Kabil ve Habil’den bu yana insanlığın içinden atamadığı öldürme eylemi, her çağda kendine sıkça yer bulmayı başarabilmiştir. Öldürmek, tüm dinlerde en başta yasak olarak vahiy edilen bir emir, pozitif hukukta düşünme gereği dahi duyulmadan eklenen bir madde, toplumun güven mekanizmasının temel dayanağı ve ahlak felsefesinin bittiği nokta olarak gösterilmektedir. Aklını kullanma yetisine ve ayırt etme gücüne sahip her bireyin vicdan bakımından kötü bir eylem olarak gördüğü öldürmek, ölüm olgusunun gerçekleşme durumunun kendiliğinden olmama veya başka bir etken tarafından ölümünü yaşatma olarak tanımlanabilir. Söz konusu öldürülen bir nesne, bir insan, bir cisim, bir canlı veya bir cansız varlık olabilir. Öldürmek eylemine karşıt yüzyıllardır verilen “öldürmeyeceksin” emri ve buna benzer diğer ahlaki ve vicdani düşünceler ve öğütler, özellikle bir insanın başka bir canlının hayatını sonlandırması üzerine söylenegelmiştir. Ancak diğer bir yandan öldürme eylemleri, tarih içerisinde çeşitli boyutlar, haklı ve haksız taraflar ve kendini aklamalar kazanmayı başarabilmiştir.

Habil ve Kabil

Habil ve Kabil, Adem ve Havva‘nın ilk iki oğludur. Kabil bir çiftçi, Habil ise bir çobandır. Musevi ve İslami kaynaklarda benzer olarak anlatılan olayda Kabil’in, kardeşi Habil’e karşı bir kin ve kıskançlık beslediğinden bahsedilir. Bir gün Kabil, kardeşi Habil’i öldürür. Bu, mitolojiye göre insanlık tarihinin ilk cinayeti olarak tarihe geçer.

Dini Kaynaklarda “Öldürmemek”

On emir, Sina Dağı’nda Musa’ya vahiy edilen, Yahudiliğin yüce tanrısı YHVH’nin İsrâiloğulları’na emrettiği ilkelerdir. Bunlar, ilk Musevi din olarak bilinen Yahudiliğin kutsal kitabı Eski Ahit olarak anılan Tanah’ın vazgeçilmez emirleridir. Herman Hesse, aynı adlı denemesinde bu emirlerden altıncısını şöyle ifade etmektedir:

“Birkaç bin yıl önce yüksek gelişim düzeyindeki bir ulusun dini, şu temel yasayı ortaya koydu: Öldürmeyeceksin!” (Hesse, 2019, s. 53).

On emirden yaklaşık bin yıl sonra diğer iki Musevi din olan Hristiyanlık ve İslam’da da on emrin “öldürmeyeceksin” maddesi kabul görmüştür. Kuran’daki bir ayette bu durum şöyle ifade edilmektedir:

“Bunun içindir ki, İsrâiloğulları’na: “Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir nefsin yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur” hükmünü yazdık (farz kıldık). Şüphesiz ki onlara peygamberlerimiz açık delillerle geldiler. Yine de bundan sonra onların birçoğu yeryüzünde aşırı gitmektedirler.” -Maide Suresi 32. Ayet.

Toplum Sözleşmesi ve Öldürmemek

Devletin kaynağını insan aklına ve idaresine dayandıran toplum sözleşmesi teorileri tarihte üç düşünür tarafından geliştirilmiştir. Bu düşünürlerden ilki olan Thomas Hobbes, devletin oluşmasından önceki durumda, insanların birbiriyle sürekli savaş ve çatışma içinde olduklarını öne sürer. Devletin olmadığı bu doğal durumda insanlar sürekli “ölüm ve şiddet korkusu” içinde yaşamaktadırlar. Bu nedenle insanlar, kendi bireysel haklarından tamamen vazgeçerek egemen bir güç kurarlar. Hobbes, bu egemen güce Leviathan adını vermektedir. Günümüzde Leviathan’ın karşılığı devlet olarak yorumlanmaktadır. Hobbes’un toplum sözleşmesi teorisinde, insanların kendi bireysel tüm haklarını karşılıklı bir toplum sözleşmesi yaparak üst bir merciye devretmelerindeki temel amaç, can güvenliklerinin korunmasıdır. Leviathan ise tüm insanların güvenliklerini korumakla mükelleftir (Ağaoğulları, 2019, s.440).

John Locke, toplum sözleşmesi teorisinin ikinci kuramcısıdır. Locke’un teorisinde ise insanlar, Hobbes’un teorisinde olduğu gibi doğal yaşam dönemindeyken savaşmazlar ve çatışmazlar. İnsanların doğal özgürlükleri ve hakları bulunur. Ancak insanların bu hakları hiçbir zaman güvende değildir. İnsanlar suç işleyebilir ve bu suçların cezalandırılması için ortak ve üstün bir otoriteye ihtiyaç duyarlar. Locke’a göre, cezalandırma yetkisi olmayan ortak bir otoritenin bulunmaması, insanları daha büyük bir kaosa ve savaşa sürükleyecektir. Bu amaçla insanlar, başta canlarını korumak için ve daha sonrasında özgürlüklerini ve mülkiyet haklarını korumak için cezalandırma haklarını devrettikleri bir toplum sözleşmesi kurarlar (Ağaoğulları, 2019, s.493).

“Toplum sözleşmesinin amacı, sözleşmeyi yapanların korunmasıdır.” (Rousseau, 2017, s.32).

Son toplum sözleşmesi teorisyeni olan Jean-Jacques Rousseau, insanların doğal yaşam durumundayken mutlu ve barış içinde hayatlarını sürdürdüklerini öne sürer. Ancak Rousseau’ya göre, insanlar zamanla artan ihtiyaçlar ve çıkarlar doğrultusunda çatışmaya düşebilirler. Bu nedenle insanlar, çatışmaya bir son vermek için kendi rızalarıyla bir araya gelip bir “Du Contrat Social” (sosyal sözleşme, toplum sözleşmesi) yaparlar. Bu sözleşme sonucu bir genel irade kurarlar. Bu genel irade devlettir. Devlet, insanların başta canları olmak üzere temel hak ve hürriyetlerini korumakla yükümlüdür (Gözler, 2019, s.49).

“İbret için bile olsa, yaşaması tehlike olandan başkasını öldürmeye kimsenin hakkı yoktur.” (Rousseau, 2017, s.33).

Ancak, bir noktada Rousseau’nun da ifade ettiği gibi yaşaması tehlikeli olanın öldürülmesi, toplum tarafından meşru kabul edilmiştir. Bu söz, modern devlette insan hakları bakımından yaşama hakkının, bir insanın suçlu olması nedeniyle elinden alınmasının sorgulanmasına sebep olacağı gibi, ayrıca öldürme eyleminin toplum düzeninin korunması için meşruiyet kazanmasında bir sakınca olmadığını göstermektedir.

Kötünün Sıradanlığı ve Nüremberg Mahkemesi Üzerine

Hesse’nin 1919’da kaleme aldığı Bir Ulusun Dini” sözünden yaklaşık 20 yıl sonra aynı ulus, aynı topraklarda büyük bir katliama uğradı. Tarihe Yahudi Soykırımı olarak geçen bu katliam, Nazi Almanyası hükûmetince İkinci Dünya Savaşı sırasında gizliden gizliye yürütülen bir toplama kampı girişimi ile başlamıştır. Savaş bitiminde Nazi Almanyası’nın yenilmesi ve Müttefiklerin Alman şehirlerine girmeye başlamasıyla gün ışığına çıkan gerçekler, tarihin en kanlı öldürme eylemlerin gerçekleştiğinin kanıtı olmuştur.

Savaş sırasına toplama kamplarından SS-Obersturmbannführer subayı olarak görev yapmakta olan Adolf Eichmann, savaş sonrasında yakalanarak yargılanmak için İsrail’e götürülür. Yargı salonunda bulunanlardan birisi de Hannah Arendt’tir. Arendt, duruşma boyunca gerçekleşenleri yorumlayarak bir kitap yazar: Kötünün Sıradanlığı. Duruşma sırasında Eichmann’a yöneltilen en önemli sorulardan biri “Soykırımı engelleme fırsatın var mıydı?” olur. Eichmann, yaptığı her şeyin görev icabı olduğunu, emir-komuta zincirinden çıkmasının mümkün olmadığını, aldığı emirlerin Reichführer’den geldiğini ve uygulanmasının zorunlu olduğunu ifade eder. Ayrıca, işlenmiş olan suçların devlet eliyle işlendiği için görev başındaki kişilerin suçsuz olduğunu ve bu yüzden kendi cezasında indirim yapılmasını söyler. Neticede mahkemece Eichmann suçlu bulunur ve 1961’de idam edilir.

“Eichmann’ın yaptıkları devlet fiilleri olsaydı, üstlerinden hiçbiri, özellikle de devlet başkanı Hitler herhangi bir mahkeme tarafından yargılanamazdı.” (Arendt, 2012, s.102).

Nüremberg Uluslararası Askerî Ceza Mahkemesi ise İkinci Dünya Savaşı sonrası Nazi Almanyası’nda görev yapan üst düzey liderleri yargılayan müttefiklerce kurulmuş bir ceza mahkemesidir. Mahkeme çok kısa sürede toplanmış, suçluları yargılamış ve 12 suçlu hakkında idam hükmü vermiştir.

Eichmann Davası ve Nüremberg Mahkemesi’nin öldürme eylemindeki niteliği gayet açıktır ki Nazi Almanyası’nda görev yapan bu kişiler, birçok kişinin ölümüne neden oldukları için suçlu bulunmuşlardır. Ancak idam cezasının verilmesi, kendi içerisinde çok derin bir paradoks içermektedir. Mahkeme heyeti yine bir insanın ölümüne neden olarak öldürme eylemini gerçekleştirmiş ve insanlık suçu işlemiştir. Ayrıca uluslararası alanda bir hukuk düzeni bulunmadığından dolayı savaş sırasında işlenmiş suçların, savaşın tarafları tarafından yargılanması siyasal bir mekanizmaya dönüşmekte ve adaletsiz bir ortam yaratmaktadır.

Vicdan ve Pozitif Hukuk Ekseninde Öldürmek

Türk Ceza Kanunu da dahil olmak üzere Dünya’daki neredeyse her modern devlette kasten insan öldürmenin cezası müebbet hapistir (TCK md. 81). Ayrıca Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddesince planlı ve canavarca işlenmiş cinayetlerin ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırılması uygun görülmüş ve bu cezalarda hiçbir şekilde indirim yapılmaması belirtilmiştir (TCK md. 82).

Ancak meşru müdafaa sonucu bir insanın ölümüne neden olan kişi Türk Ceza Kanunu’na göre cezalandırılmaz. Hatta kendini savunmak yerine başkasını hayatını kurtarmak için o hayata kasteden kişinin ölümüne sebep olan üçüncü şahıslar dahi cezalandırılmazlar. Örneğin sokakta birisine silahla ateş eden bir insanı, diğer insanın hayatını kurtarmak için o anda öldürmek meşru müdafaa sayılmaktadır (TCK md 25). Bir nevi, meşru müdafaa sonucuna bakılmaksızın aslında öldürme eyleminin gerçekleştiği ve vicdan ve pozitif hukuk ekseninde bu öldürme eyleminin bir sorun teşkil etmediği söylenebilir.

Yeni Dünya Düzeninde Öldürmek

Toplum sözleşmelerinden, sanayi devrimlerinden, liberal ekonomik kalkınmalardan, emperyalist sömürgelerden ve teknolojik gelişmeler gibi birçok sosyo-siyasal dönüşümlerin ardından modern devletin kurulmasıyla birlikte öldürme eylemi, bireylere atfedilmiş bir suç olmaktan çok devletin güç tekelinde kullandığı yeni bir forma kavuşmuştur. Artık, günümüzde devletler, kendi egemenliklerini ve vatandaşlarını korumak amacıyla geçtiğimiz yüzyıldan bu yana silahlanmaya başlamış ve bu amaç doğrultusunda gerçekleştirdikleri tüm öldürme eylemlerini meşru kılmışlardır. Uluslararası alanda yaşanan bu çatışmalar, kentlerden uzak ve tamamen realist bir bakış açısıyla güç kazanmak uğruna yapılan devletlerarası çıkar ilişkilerini içermektedir.

“Gelecekte hiçbir insan başkalarını öldürmeye, vatanına hizmet için bile olsa zorlanmamalıdır.” –Baron Wrangel (Hesse, 2019, s.53).

Ayrıca 2000 sonrası modern devletler, vatandaşlarının canlarını korumak için sosyal devlet anlayışına bürünmüş ve bu doğrultuda politikalar uygulamaya başlamışlardır. Örneğin yaşanan bir salgında sokağa çıkma yasağının uygulanması, vatandaşların sağlığının korunmasına ilişkin uygulanan bir devlet politikasıdır.

Ancak üç bin yıl geçmiş olsa da insan, doğasındaki öldürme eylemine hiçbir şekilde karşı koyamamış, ne toplum sözleşmelerinde ne pozitif hukuk dallarında ne de siyaset mekanizmasında öldürme eylemlerini meşrulaştırmaktan kaçınamamıştır. Çağlar içinde insanların vicdanları, öldürülenler karşısında çifte standartlarla işlemiş ve böyle işlemeye de devam etmektedir.

“Canına kıydığımız o kadar çok şey var ki! Öldürme eylemini, yalnız o aptalca savaşlarda ve idam sehpalarında gerçekleştirmiyor, adım başında bu cinayeti işliyoruz. Çaresizlik içinde bırakıp kendileri için uygun sayılmayacak meslekler edinmeye zorladığımız yetenekli gençleri öldürüyoruz. Yoksulluklar, çaresizlikler, yüz kızartıcı durumlar karşısında gözlerimizi yumarak öldürüyoruz. Toplum, devlet, okul ve kilisede ömrünü tamamlamış uygulamalara kararlı bir tutumla sırt çevirecekken, rahatımızı gözetip bunlara istifimizi bozmadan seyirci kalarak, ikiyüzlülüğe sapıp onaylar bir tavır takınarak öldürme eylemini gerçekleştiriyoruz.” (Hesse, 2019, s.56).

Birini öldürmenin niçin kötü veya iyi olduğunun ve meşruiyetinin Ulus Baker tarafından açıklandığı video:

Yazar: Fuad Eren
Editör: Emine Türal

 

Kaynakça

  • Hesse, H. (2019). Öldürmeyeceksin. Şipal, K. (çev.). İstanbul: YKY.
  • Rousseau, J.J. (2017). Toplum Sözleşmesi. Günyol, V. (çev.). İstanbul: İş Bankası Kültür.
  • Gözler, K. (2019). Anayasa Hukukuna Giriş. Bursa: Ekin.
  • Ağaoğulları, M. A. (2019). Batı’da Siyasal Düşünceler. İstanbul: İletişim.
  • Arendt, H. (2012). Kötünün Sıradanlığı. Çelik, Ö. (çev.). İstanbul: Metis.
  • On Emir. (2006). Vikipedi. Erişim adresi: https://tr.wikipedia.org/wiki/On_Emir Erişim tarihi: 20.04.2021
  • Habil ve Kabil. (2006). Vikipedi. Erişim adresi: https://tr.wikipedia.org/wiki/Habil_ve_Kabil Erişim tarihi: 20.04.2021

Görsel Kaynakça

YAZAR BİLGİSİ
Fuad Eren
Fuad EREN, 1998 yılında İstanbul'da doğdu. Şu anda Marmara Üniversitesinde Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi öğrencisi. Sanat ve bilim hakkında aktif olarak okur, yazar, inceler ve izler.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.