Uygarlığın Huzursuzluğu: Freud ve Kültür

Uygarlığın Huzursuzluğu: Freud ve Kültür

 Haz ve Toplum

“Daha kundakta çocukken işkence başlamıştı!” (Sophokles, 2020, s.39).

Klasik Descartesçı anlayışa göre bedenden bağımsız olan bilinç, şeylerin bilgisine hiçbir dış etkiye ihtiyaç duymadan vakıf olabilirdi. “(…) ben artık yalnızca düşünen bir şeyim…”(Descartes, 2020, s.37).  Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud (1856-1939), bu bilinç anlayışının karşısına bilinçdışı kavramını getirerek ruhbilimde ve insanın kendini algılayışında yeni bir çığır açmıştır. Düşünen varlık (ego cogito) olarak nitelenen bedensiz insana yabancı, hatta taban tabana zıt bir kavramdı bilinçdışı.

Freud’un bilinçdışını keşfinde “özellikle hipnoz olgularından çok etkilendiği söylenir.” (Tura, 2021, s.32). Freud’a göre insanda bilinçdışının gelişmesi nedensiz değildir. İnsan, doğumuyla birlikte kurallı bir toplumun içine girer. “(…) yaşamın amacını belirleyen şey yalnızca haz ilkesinin programıdır.” (Freud, 2019, s.36). Toplum ise insanın dolaysız hazzını engellemekle yükümlü bir takım kural, yasa ve tabulara sahiptir. Toplumun yasaları, bebeğin karşısına ilk olarak baba yoluyla çıkar. Bebek ile annenin saf sevgi ve hazdan ibaret ilişkisine üçüncü kişi olarak bir engel teşkil eder baba. Fakat babayla yaşanan Oedipal ilişki, bebeğin kültürel düzeni tanıması için gereklidir, aksi halde psikoza yol açar. Bu engeli fark eden bebek; haz arzusunu bastırarak bilinçdışına atar, toplumun kurallarını tanımaya başlar. Bebeğin toplumla tanışması, ona dünyada tek başına olmadığını ve belirli kurallara göre yaşaması gerektiğini öğretir.

İlk Günah

 

“İyi ama, eskiden işlenmiş bir cinayetin kaybolan izlerini şimdi nasıl buluruz?” (Sophokles, 2020, s.4).

 

Freud, bilinçdışı denen bastırma mekanizmasını keşfetmesinin ardından, bu mekanizmanın kökenlerini arar. Dönemin antropolojik araştırmalarından yararlanarak ilkellerin psikanalizini yaptığı Totem ve Tabu adlı eserinde Freud, komünal bir topluluktan bahseder: Bu topluluğun başında, topluluğun tüm kadınlarını elde etmiş ve oğullarını sürmüş bir erkek (baba) vardır. Sürgün oğullar, bir gün kendilerini babadan güçlü hissederler ve babayı öldürüp yerler. Bu katlin sonrasında erkekler suçluluk duymakla birlikte ölü babayı ve onun kurallarını kutsarlar. Freud’a göre cinayet sonrası suçluluk bilinci öyle bir etki yaratmıştır ki, bu suçun kefareti olarak babanın kutsanması, nesilden nesile aktarılan bastırma sayesinde tanrı fikrini ve dinleri doğurmuştur. Totemizmin, tabunun, kurban vermenin ve toplum yasalarının kökeni bu cinayet ve ardından gelen pişmanlık hissidir. “Babanın öldürülmesi simgesel evrene dahil edilir, çünkü ölü baba, Babanın-Adı denen simgesel fail sıfatıyla hüküm sürmeye başlamıştır.” (Žižek, 2019, s.40). Dolayısıyla uygarlığın nedeni; öldürülen baba ve suçluluk duyan oğullardır. Bu ilk günahtan duyulan suçluluk hissi, bütün insanlarda ortaktır ve süregider. “İki itici faktörün, oğulun suçluluk bilinci ile oğulun isyankarlığının, dinlerin sonraki gelişiminde de asla yok olmadığı gerçeğini kabul edelim.” (Freud, 2020, s.162).

 

 

Uygarlığın Huzursuzluğu

 

“Yaşamdan mutluluk ve keyif dermek isteyen, her zaman daha yüksek kültürden uzak tutabilir kendini.” (Nietzsche, 2021, s.200).

 

 

Freud’un ikinci topik olarak bilinen id-ben-üstben tasarımına göre, üstbeni oluşturan faktör toplumsaldır ve Freud’un deyimiyle günahkâr ben olan id’i, vicdan kavramıyla dizginlemeye çalışır. Günahkâr id, üstbenden hiçbir şeyi saklayamadığı için üstbene karşı da bir suçluluk bilincindedir. İnsan, kendisine duyulan sevgiyi kaybetmemek için babaya, otoriteye ve topluma boyun eğer. Baba ile başlayan yasayı ve kültürü tanıma sayesinde insan, dürtülerini bastırmayı öğrenmiştir. Bastırma ne denli güçlüyse, üstben de o denli denetleyici olacaktır. Bastırmalar, üstben güçlendikçe kendini yüceltmelere bırakacaktır çünkü libidosunu ve dürtülerini haz ilkesine göre kullanamayacağını fark eden birey, libidosunu toplumun onu yücelteceği birtakım uğraşılara aktaracaktır. Ancak insanı libidonun aktarımı da tatmine ulaştıramaz çünkü insanın mutluluğu ve huzuru aradığı yer, mutluluğun kaynağından -haz ilkesinin dolayımsız tatmin edildiği anne karnından- çok uzaktadır. İlk günahtan miras kalan suçluluk bilincini yaşamının her anında hisseden uygar insan, doğumundan itibaren çeşitli yollarla engellenen hazlarından ve üstben sayesinde zararsızlaştırılan dürtülerinden dolayı huzursuz ve nevrotiktir.

 

Yazar: Mehmet Ali Demir

Editör: Merve Bektaş

 

Kaynakça:

  • Descartes, R. (2020). Meditasyonlar. (Dürüşken, Ç. çev.). İstanbul: Alfa.
  • Freud, S. (2019). Uygarlığın Huzursuzluğu. (Barışcan, H. çev.). İstanbul: Metis.
  • Freud, S. (2020). Totem ve Tabu. (Yılmazer, Z.A. çev.). İstanbul: İş Bankası Kültür.
  • Nietzsche, F. W. (2021). İnsanca, Pek İnsanca I. (Tüzel, M. çev.). İstanbul: İş Bankası Kültür.
  • Sophokles. (2020). Kral Oidipus. (Tuncel, B. çev.). İstanbul: İş Bankası Kültür.
  • Tura, S. M. (2021). Freud’dan Lacan’a Psikanaliz. İstanbul: Metis.
  • Žižek, S. (2019). Yamuk Bakmak. (Birkan, T. çev.). İstanbul: Metis.

Görsel Kaynakça:

YAZAR BİLGİSİ
Mehmet Ali Demir
Mehmet Ali Demir, 2000 yılında Konya'da doğdu. Uludağ Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde eğitim görüyor. Türk edebiyâtı, dünya şiiri, kıta felsefesi, mitologya alanlarında okuma ve araştırmalar yapıyor.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.