Benlik ve Benliğin Farklılaşması

Yaşanılan toplumdan, aileden, kültürün bağlayıcı etmenlerinden sıyrılıp şahsi duygu, düşünce ve öz “ben”likle hareket edebiliyor olmak: Benliğin Farklılaşması..

04.01.2021
Benlik ve Benliğin Farklılaşması

Benlik Nedir?

Benlik, kelime anlamı olarak insan özünü, varlığını, kişiliğini, kendilik algısını tanımlayan, bireyin kendisini diğerlerinden ayıran yapıdır. [1] Benlik, pek çok kişi tarafından farklı şekilde tanımlanmıştır. Benlik için Freud, ego der; Rogers, bireyin öznel deneyimleri; Fromm ise kimlik duygusu der. İdeal olanı vardır, bir de gerçek olanı. Olmak, ulaşılmak istenen ideal; aslen sahip olduğumuz ise gerçek benliğimizdir. [2]

Ne kadar çok kişi tarafından tanımlanmış olsa da; benliğimizin en doğru tanımı yine kendi yorumumuzdur. Benlik; özümüzün, varoluşumuzun bir değerlendirmesi, tanımıdır. Bizi biz yapan tüm özelliklerimiz, davranımlarımız ve hislerimizdir benliğimiz.

Bu yazıda benlik ve Murray Bowen tarafından tanımlanan benliğin farklılaşması ne demektir ve bu kavramlar çeşitli kişilerce nasıl tanımlanmıştır bunları irdeleyeceğiz.

Murray Bowen Kimdir ve Farklılaşma ne demektir?

Murray Bowen (1913-1990), Amerikalı psikoterapist ve aile terapisi kuramının öncülerindendir. [3] Bowen, Aile Sistemi Kuramı ile ailenin kökenine inen bilinçaltı süreçleri ele alır. Aile içindeki kaygıya önem atfeder ve bu kaygının, çatışmaların temel sebebi olduğunu belirtir. Hastaları, aileleri ile beraber terapiye alarak aile içi kronik kaygının ne gibi semptomlara sebep olduğunu bulur. Tüm bu klinik çalışmaları ve kendi ailesini gözlemleyerek temellendirdiği kuramı, aile terapisinin önemli teknik ve kavramlarına ev sahipliği yapar.

“Murray Bowen, aile terapilerinde kullanılan genogram tekniğini gösteriyor.”

Bunlardan biri olan farklılaşma, bireyin içinde bulunduğu aileden, toplumdan farklı duygular içinde olabilmesi, baskı altında olduğunda dahi kolektif olandan özerkliğini sağlayabilmesi anlamına gelir. Benliğin farklılaşması, bilişsel ve duygusal açıdan bireyin aile, ebeveynler, eşler ve toplumla bütünleşmeden dengeyi sağlayabilmesidir. [4]

“Ailem genelde böyle yaşar” şeklindeki bir düşüncedeki bireyin benliğinin ebeveyn, kardeş veya eş ile kaynaşma içinde olduğu görülür. Yeteri kadar ayrışamamış olan bu bireyler kararlarını, seçimlerini, sorumluluklarını bilinçaltı yüklemeleri ile belirler. Düşük düzey farklılaşmış bireyler ilişkilerinde bir diğerinin varlığıyla bütünleştirmek isterler. Özgürce kendilerini ifade edemez, bağlılık gösterdikleri kişilerin fikirleri haricinde karar alamazlar. Bu insanların beyninin arka odalarında hep başkalarının sesleri vardır.

Yeteri düzeyde farklılaşma gösterebilen bireyler ise, “Ailemin tepkilerini yaşamıyorum, farklı duygular yaşıyorum. Onlardan etkilenerek oluşturduğum düşünceler değil, bu benim duygum, düşüncem” diyerek kendilerini ifade edebilen kişilerdir. Bu kişilerin yaşamda hissettikleri her duygunun, öne attıkları her fikrin arkasında öz benlikleri vardır; bir başkasının yargı, beklenti ve duyguları değil.

Kuramcılar Benliği Nasıl Tanımlarlar? Bu Tanımlar Farklılaşmayı Nasıl Açıklar?

Freud’a Göre Benlik ve Farklılaşma

Sigmund Freud, benliği Ego kavramı ile ilişkilendirir. Ego; ‘doğuştan gelen ilkel arzu ve isteklerimizi doyurmak isteyen id’in talepleri’ ile ‘toplumun değer ve ahlak anlayışına uymanın aracı olan süperego’ arasında denge bulmaya çalışan tampon bölgedir. “Ben” sözcüğünün Latince karşılığı olan Ego, Freud’un kuramında, bilinen benlik tanımlarına en yakın tanımdır.

Süperego, id’i bilinçaltı düzeyde kabul edilemez bulsa da bilinç düzeyinde bunu egoya yansıtmaktadır. Ego ise; id ile süperego arasında kaldığı çatışma durumlarında savunma mekanizmalarını (bastırma, mantığa bürüme, düş kurma vs.) kullanılır ve bilinçaltında gerçekleşen bu süreçle yaşanan kaygı azaltılır. Bu üç yapı benliği oluşturur. İd, doğuştan gelir, Ego, id’den evrimleşir, süperego ise yaşamın akışında çevremizden edindiklerimizdir. Freud’un tanımladığı bu üç yapı yaşamın farklı anlarında oluşur, gelişir, devamlı birbiriyle çatışır ve benliğimizi oluşturur. [2]

Süperego, bizi yaşadığımız topluma ve bu toplumun değerlerine bağlayan yapıdır. Ailede ebeveynlerin, toplumda otorite figürü kişilerin temennilerini karşılamak, beklenti ve standartlarını içselleştirmek temel amacıdır. [4]

Freud, bağlanmayı özdeşleşme ile açıklar. Özdeşleşme ve bağlılığın Freudyen açıklaması Oedipus ve Elektra Kompleksleridir. Bir çocuğun büyüyünce aynı cinsiyetteki ebeveynini kendine idol olarak alması, ona benzemek istemesi hatta onun yerine kendini koymak istemesiyle tanımlanan bu kompleksler eğer sağlıklı biçimde atlatılmaz ise nevrotik durumlara sebebiyet verebilir. [5] Özdeşleşme ebeveynlere yönelik ilk bağlılığın göstergesidir Freud için.

Bowen’ın farklılaşma tanımı da yine ebeveynlere karşı olan bu duygusal bağlanmanın sağlıklı şekilde atlatılması ile gerçekleşir. Freud’un sağlıklı atlatılamayan özdeşleşme tanımı bireyin, benliğini rol modellerini içselleştirerek oluşturmasına, ilerleyen yaşamında ebeveynlerinden ayrışamamasına sebep olur. Yalnız ve sevgisiz kalma korkusu, gelişen süperego ile birleşince ortaya otorite figürlerinin fikirleriyle yönetilen bireyler ortaya çıkacaktır.

Adler’e Göre Benlik ve Farklılaşma

Süperegoya benzer bir kavram, başka bir psikodinamik kuramcı Alfred Adler’de de görülür. Sosyal ilgi olarak adlandırılan bu kavram, bireyin kendini toplumun bir parçası olarak bütünle bir hissetmesi demektir ve Adler, bunu gelişmenin dayanağı olarak görmektedir. Süperegodan farklı olarak sosyal ilgi doğuştan getirilir ve bireyi toplumun ayrılmaz parçası yapar. Ancak Adler’in tanımı, Freud’un süperegosundan da Jung’ın kolektif bilinçaltı tanımından da oldukça uzaktadır. Uyum sağlamanın ve toplumla bütünleşmenin insanı insan yapan en önemli etmen olduğunu belirtir.

Adler, farklılaşmayı ise ebeveynlerin gösterdiği performans ile değerlendirir. Anne ve babanın destekleyici ve cesaretlendirici tavırları ile bağlılık duygusu oluşur,  bireyin sosyal ilgisinin gelişmesini sağlar. Adler, çevresindekilere yarar sağlamayan, uyumsuz ve benmerkezci kişilerin gelişmemiş bir sosyal ilgiye sahip olduklarını söyler. [2]

Erich Fromm’a Göre Benlik ve Farklılaşma

Erich Fromm ise insanın, diğer hayvanlardan farklı olan zihinsel becerileri nedeniyle doğadan ayrı düşüp yalıtılmış olduğunu düşünür. Bu yalıtılmışlık hissi, bireyi kaygılandırır ve varoluşsal ikilemlere sebep olur. İnsanın evriminin bir parçası olarak yanında taşıdığı bu kaygıya getirebileceği çözüm de sadece hayvansı ihtiyaçlarını değil, varoluşsal ihtiyaçlarını da karşılamaktan geçer.

Bu ihtiyaçlar ilişki kurmayı, kökenini ve kimliğini bulmayı hedefler ayrıca bizim sözünü ettiğimiz bağ kurma ve farklılaşma özelliklerine açıklama getirebilir. Doğasından, hayvani isteklerinden ayrıştırılan insanın kendini var edebilmesi, diğer insanlarla ilişki kurması, izolasyondan kaçıp kökünü araması ve güven duyduğu yeri bulması yoluyla gerçekleşir. Hayatta kim olduğunu, nasıl hareket edeceğini ve dünyadaki konumunu anlayabilmesi ve “ben, benim” kavramının oluşması birey için en önemli ihtiyaçlardır.

Doğum ve olgunlaşma, çocuğun, annenin koruyucu ortamından kopması anlamına gelir. Kendini güvende hissetmek ile hayata atılmak arasında kalan birey için önünde iki yol vardır; anneye saplantı düzeyinde bağlılık veya özgür ve aktif biçimde yaşama karışmak.

Büyüyüp gelişen çocuğun, ben ve ben olmayan arasındaki ayrımı netleştirdiği görülür. Ancak yanlış ebeveyn tutumları, çocuğun bağımsızlığını kazanmasına, benliğini oluşturmasına engel teşkil eder. [2] Böylece saplantı düzeyinde bağlılık yaşayan kişi, bakıcısı olan kişilerden farklılaşamaz ve ona dayanak olan kişilerin yokluğunda kaygı içinde boğulur.

Sosyal Açıdan Benlik ve Farklılaşma

Her bireyin kendini tanıması ve tanımlaması doğal olarak birbirinden tamamen farklıdır. İnsanlık olarak, özgün ve biricik oluşumuz ile avuturuz kendimizi. Ancak psikiyatr Carl Jung’ın bahsettiği bir şey vardır ki biz aslen birbirimize bağlıyız ve ötekimizden çok da farklı değiliz. Bilinçaltımızda atalarımızın zihninden farklılaşamamış ve onların korkuları, arzularından sıyrılamamışız. Jung’ın kuramındaki en önemli kavramlardan biridir kolektif bilinçaltımız ve günlük yaşamımızı ırksal kökenimize derinden bağlar. [2]

Sosyolog Gustave Le Bon ise, kitle haline gelmiş insanların ortak bir benlik ve ahlak yapısı oluşturup buna göre davrandığını belirtir. Kitle, içine aldığı her insan ile büyür ancak zekası ve ahlakı oldukça alt seviyede ilerler. Duygusal anlamda kitleler hızlı alevlenir ancak muhakeme yeteneği pek yoktur. Düşünce ve mantık ile değil duygularla ve kesin kanıya varılmış doğru ve yanlışlarla hareket ederler. Bu da telkine açıklığı getirir; bağımsız düşüme ve özerkliği yok eder.

“Zekaları bakımından birbirine hiç benzemeyen insanlar, bazı defa aynı içgüdülere, aynı ihtiraslara, aynı hislere sahip olurlar”

Gustave Le Bon

Kolektif bilinç, ussal becerileri ve farklılıkları görmezden gelir. Biricik ve özel olan herkesi homojen bir yapıya sokar. Kişisellik, zeka, beceriler tek bir düzleme yerleşir; bilinçaltı yönetimi ele geçirir. [6]

Kitlelerin Le Bon’un tanımladığı bu yapısı göz önüne alındığında; farklılaşmayı ve duygusal özerkliği yok saydığı, bütünün fikir ve hislerine yönlendirdiği görülür. Aile de bir kitle olarak bu sosyolojik kültürün temelini incelemek için uygun bir merkezdir.

Ayrışamamış bireyler başkalarının telkinlerine daha açıktırlar, kolay etki altına alınabilirler. Tek başlarına olmaktansa bir diğeriyle bütünleşmeyi arzularlar. [7] Bu açıdan bakıldığında, Bowen’ın farklılaşma düzeyi düşük insan tanımının, Le Bon’un kitle tanımlamasını da anlamlandırmamıza yardımcı olabilir.

Sonuç

Birliktelik ve bireysellik arasındaki bir noktada bulunan farklılaşabilmeyi başarabilen kişiler; etkin fikirlerin, ideolojilerin ve duyguların baskısı altında kalmadan, kendi benliğine uygun bir biçimde düşünür, yaşar ve hissederler. Oysa Bowen’in tanımıyla aileleri ile “füzyon” olan ve farklılaşamayan kişiler, gelecekte ilişki kurulacak kişileri seçmede ve ilişkiyi sürdürme şekillerinde köken aileden getirilen “ortak benliği” kullanmaya devam ederler.

Yeterli düzeyde farklılaşma gösteremeyen ancak aile içi çatışma ve kaygı yaşayan bazı bireyler ise ters bir kimlik benimserler. Ailenin veya toplumun arzu ve temennilerine zıt tepkiler vererek bu kaygıyı yaratan etmenlerden uzaklaşma yoluna gidebilirler. Duygusal anlamda yaşanacak bu kopuş bireyi kaygıdan uzaklaştırmakla beraber destek mekanizmalarından uzaklaştıracağı için zararlı da olabilir.

Yüksek düzey bir farklılaşma; duygusal olarak yapayalnız kalmadan ve benliğini kaybetme korkusu yaşamadan, sağlıklı ilişkiler kurabilmeyi sağlar. Bu kişiler varlığını, duygu, düşünce ve değerlerini zorlanmadan ifade edebilirler.[8]

Doğada hayvanlar arasında ise durum daha verimlidir ve farklılaşma oranı bizlere göre daha yüksektir. Hayvanlar, yavrunun farklılaşmasını, birey olmasını ve benliğini keşfetmesine destek olur. Daha sonra tek başına hayatta kalması beklenir.

Bilincin derinliklerine işlemiş tepkilerimizi, mantık süzgecinden geçirerek ve duygusal özerkliğimizi sağlama alarak olması gereken seviyede farklılaşmayı sağlayabiliriz. Bu yazıda çoğunlukla aile, ebeveynler, evlilik gibi yapılar üzerinden farklılaşma tanımı yapılmış olsa da daha evrensel yapılara yönelik de genelleme yapılabilir. Toplum, kültür, değerler ve baskın fikirlere yönelik de benzer bir bilinç kazanılması ile sürü haline gelmiş kitlelerin, dominant yapıların ve bunların üzerimizde kurduğu otoritenin farkına varmamız mümkündür.

Editör: Başak Tufan
Kaynakça

[1] https://sozluk.gov.tr

[2] İnanç, B., Y., Yerlikaya, E., E., (2016). Kişilik Kuramları. Ankara: Pegem.

[3] https://en.wikipedia.org/wiki/Murray_Bowen

[4] Murdock, N., (2016). Psikolojik Danışma ve Psikoterapi Kuramları Olgu Sunumu Yaklaşımıyla. Ankara: Nobel.

[5] Freud, S. (2017). Kitle Psikolojisi ve Ego Analizi. İstanbul: Roman Yayınları

[6] Le Bon, G. (2016). Kitleler Psikolojisi. Ankara: Yason Yayınları.

[7] Değirmenci, E., Demirli, C., (2019).Çekirdek veya Geniş Ailede Yetişen Bireylerde Sosyal Onay İhtiyacı ile Benliğin Farklılaşması Arasındaki İlişkinin İncelenmesi. Academic Platform Journal of Education and Change. 2 (1),79-95.

[8] Kalkan, E., Aydoğan, D., (2018). Evlilik İlişki Kalitesini Benlik Açısından Değerlendirme: Benliğin Farklılaşması ve İlişkisel Özgünlük. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi. 38(1), 174-189. DOI: 10.7822/omuefd.494918

Görsel Kaynakça

Görsel 1 Görsel 2 Görsel 3 Görsel 4 Görsel 5

YAZAR BİLGİSİ
Ayşenur Güzel
Ayşenur Güzel 1997'de Bursa'da doğdu. 2015'te Nilüfer İMKB Fen Lisesi'nden, 2019'da Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bölümü'nden mezun oldu. Çalışma hayatına henüz adım atmamış bir psikolojik danışman olarak okumayı, izlemeyi, dinlemeyi ve dinginliği, yenilik ve farklılığı sevmektedir. Yazı yazmaya ise yeni başlamıştır. MozartCultures yazar ekibinde araştırma yapıp yazı yazıyor.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.